Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Salgınla pozitif mücadele: Mansur Yavaş örneği

Bir süredir Türkiye’de koronavirüsle mücadelede İstanbul ve Ankara başta olmak üzere CHP’li bazı büyükşehir belediyeleri ön plana çıkıyor. İktidar, onların başlattığı yardım kampanyası, ücretsiz maske gibi adımları geriden takip ediyor. Bu noktada Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş, sakin ve pozitif üslubuyla iyice sivriliyor.

Yayına hazırlayanlar: Batu Bozkürk & Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler. PTT eliyle tüm vatandaşlara bedava maske verilmesi kararı ikinci kez bize ülkeyi yönetenlerin, belediyelerin –özellikle İstanbul ve Ankara belediyelerinin– peşine takılmış olduklarını gösteriyor, bu ilginç bir durum. Daha önce nerede olmuştu? Bağış kampanyasında olmuştu; bağış kampanyasında önce Ankara, ardından İstanbul ve İzmir’deki CHP’li belediyeler bir kampanya başlattılar, hızlıca etkili oldu bu kampanya. Ardından bir baktık, apar topar hükümet, kabine toplandı ve kararlar alındı. Bu kararlardan birisi, bir “Biz bize yeteriz” kampanyasını devlet eliyle Aile Bakanlığı üzerinden başlatmak oldu. Hemen akabinde belediyelerin yürüttüğü kampanyaların önüne de engel çıkarıldı İçişleri Bakanlığı tarafından ve Vakıfbank da belediyelerin paralarını bloke etti. Bunun ardından kısa bir süre sonra, özellikle sokağa çıkanların, markete gidenlerin ve de toplu taşıma aracı kullananların maske kullanması gerektiği kararı –sokağa çıkanlar değil de esas olarak kalabalık yerlerde çalışanlar ve toplu taşıma araçlarında– maske takılması zorunluluğu getirilir getirilmez, hemen o akşam İstanbul ve Ankara büyükşehir belediyeleri sabahtan itibaren herkese bedava maske verileceğini söylediler. Bu arada Ticaret Bakanı hızlı bir şekilde açıklama yapıp maskelerin herkesin kolay ulaşabileceği yerlerde satılacağını söylemişti — yani maske paralıydı. Ama paralı maskenin ardından, hatta AKP’li birtakım belediye başkanları –Bursa, Gaziantep gibi– artık toplu taşıma araçlarında maske takmanın zorunlu olduğu yolunda duyurular yaptılar; ama kendilerinin dağıtacağını söylemediler. İstanbul, Ankara bunu yaptı ve ardından çok zaman geçmeden PTT eliyle devlet herkesin kapısına kadar maske götürme kararı aldı. 

Bu uygulamanın doğruluğu, yanlışlığı üzerine tartışmalar var. Ben bunlara girmeyi düşünmüyorum, olayın siyasî yönüne bakmak istiyorum: Siyasî yönüne baktığımızda da burada Ankara’nın salgının başından beri buna yönelik strateji ve taktikleri belirlemede ne kadar sorunlu olduğunu, kararları ne kadar geç aldığını gördük. Belediyeler de aslında uzun bir süre büyük ölçüde şaşırmış bir vaziyetteydiler; ama büyükşehir belediyeleri –Ankara, İstanbul, İzmir, Adana– sonra toparlanma yoluna girdiler. İktidar ise sürekli birtakım kararları gecikmeli bir şekilde aldı; 65 yaş olsun, spor karşılaşmaları olsun vs. kademe kademe bunlar gelişiyor. Burada, inisiyatifin şu anda büyük ölçüde belediyelerde olduğunu ve belediyelerin iş başına geldikten bir yıl sonra bu kadar hayatî bir olayda bayağı etkili, sonuç alıcı performanslar göstermeye başladıklarını düşünüyorum — özellikle büyükşehir belediyeleri. Tabii çok sorun var, çok eksik var; ama bayağı bir toparlanma ve vatandaşa, hemşerilerine her türlü yardımı servislerini ulaştırma konusunda büyük bir gayret var, bunu özellikle vurgulamak lâzım. 

Bu noktada Mansur Yavaş gerçekten sivriliyor. Bu Mansur Yavaş’ın sivriliyor olması diğerlerinin başarısız olduğu anlamına gelmiyor; ama Mansur Yavaş’ta farklı bir şey var, işte bu yayında onu anlatmak istiyorum: “Pozitif” dedim, tabii ki kelime oyunu var. Burada koronavirüs testi pozitif çıkan insanlarla, “pozitif” lâfı son dönemde hayatımıza “negatif” bir şekilde girdi. Ama Mansur Yavaş örneğinde pozitif olarak bir belediye başkanının nasıl bir mücadele yürütebildiğini görüyoruz. Gerçekten ilk andan itibaren, neredeyse sakin –bunun özellikle altını çizmek istiyorum– ve doğrudan vatandaşa yönelik olarak çalışan bir belediye başkanı; birçokları da bir benzerini yapıyor, ama Mansur Yavaş’ın bu noktada çok daha etkili olduğu kanısındayım. Son bir yılın belki bir bilançosu bu; ama özellikle salgın olayında da bunu görüyoruz. İlk andan itibaren sakin bir şekilde, bu sorunun hep birlikte çözülmesi gerektiği ve kendilerinin bu konuda ellerinden geleni yapacaklarını söyledi. Şimdi Twitter’da Mansur Yavaş’ın attığı tweet’lere bakıyorum, tamamen kendi imkânlarıyla birtakım sivil toplum kuruluşlarından, sanatçılardan da destek alarak birtakım somut sorunlar üzerinden –kimi zaman bu işlerini yapamayan simitçiler oluyor, kimi zaman taksi şoförleri oluyor, kimi zaman gündelikçiler oluyor; bunlara yönelik– çok somut birtakım çözüm önerileriyle çıkıyor ve bunları çok sakin bir şekilde yapıyor. Bazı durumlarda da –örneğin gençlere– “Gelin beraber tartışalım” diye alanlar açıyor ve onların önerilerini bekliyor, sorunlarını dinlemek istiyor ve sorunlara yönelik de çözümler üretme iddiasıyla ortaya çıkıyor. Bu anlamda çok başarılı bir bağış kampanyası başlattı. Bu kampanya, kısa süre içerisinde dayanışma için “6 milyon tek yürek” –Ankara’nın nüfusunu 6 milyon kabul edersek–, ne diyor? “Berberden garsona, terziden işçiye birçok esnaf, zanaatkâr ve işçimiz bu süreçte mesleklerinden mahrum ve işsiz kaldılar” diye bir dayanışma platformu kuruldu. 

Bağışlar için ilk banka –tabii ki tek banka aslında– Vakıfbank’tı ve Vakıfbank da İçişleri Bakanlığı talimatıyla hemen orada paraları bloke etti. Buna rağmen Mansur Yavaş gürültü çıkarmadı, “Biz yine bildiğimiz gibi yapacağız” dedi. Bu arada kampanya süresince gelen paraların hesabını ve gıda yardımı için, nakit yardımı için kaç başvuru olduğu; kaç kişinin gönüllü olarak kampanyaya katıldığı üzerine sürekli olarak bilgiler verdi ve bu anlamda şeffaf belediyecilik anlamında çok çarpıcı bir örnek sergiledi. Yasak geldikten sonra, yani devlet bir oldu-bittiyle, yasalara aykırı bir şekilde, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun “Siz para toplayamazsınız, ben işkilleniyorum bundan” sözlerini sarf etti. Bazı gazeteciler de ona “Tabii buradan hareketle teröristler de para toplayabilir, değil mi?” falan gibi çanaklar da tuttular. Buna rağmen Mansur Yavaş kalktı, gayet sakin bir şekilde, “Para toplamamızın önünü kestiler, ama biz yine kaldığımız yerden devam edeceğiz” dedi ve bunun üzerine başka birtakım uygulamalara gitti. Örneğin insanları, “Gidin küçük esnafa, orada komşularınızın ya da komşu mahallede yaşayan kişilerin veresiye defterlerini açın ve imkânlarınız varsa onların veresiye borçlarını ödeyin” dedi. Bu hâlâ Türkiye’de var mı? Hâlâ bir şekilde var, ama tabii ki en önemli husus, insanların şu anda kredi kartı borcu olsa gerek. Belki yarın öbür gün onunla ilgili de bir formül geliştirilebilir. 

Burada Mansur Yavaş’ın benim en çok dikkatimi çeken yönlerinden birisi, sokağa çıkma yasağı çağrısı yapmamış olması. İstanbul, İzmir bunu yaptılar ve Ankara bunu yapmadı. Ankara’nın İstanbul’a ve İzmir’e kıyasla koronavirüs vakası noktasında daha geride olmasının da etkisi olabilir; ama bu husus belki de ayrıca siyaseten üzerinde durulması gereken bir husus. Sokağa çıkma meselesinin, belediyelerin –mesela Ekrem İmamoğlu’nun, Tunç Soyer’in ya da bir başkasının– ısrarla sokağa çıkma yasağını dile getiriyor olması siyaseten akılcı bir strateji mi? Çok emin değilim. Böyle bir talepleri olduğunu biliyoruz; ama bunu dile getirmeleri, kamuoyuna yönelik olarak ve iktidardan bir talep olarak dile getirmeleri doğru mu, yanlış mı? Bu konuda bazı arkadaşlarımla bunu tartıştım; kimileri bunun doğru, kimileri de çok da doğru olmadığı kanısında. Açık söylemek gerekirse benim tam açık bir görüşüm yok; ama Mansur Yavaş’ın bu konuyu hiç dile getirmemiş olduğunun altını çizmek lâzım ya da dile getirdiyse benim gözümden kaçmıştır. O “Evde kal”ı daha çok vurguladı; ama bir taraftan da sokakta hayatın devam ettiği gerçeğinden hareketle hizmetleri de kontrol altında tutmak yolunda çaba sarf etti. 

“Pozitif” derken esas olarak şunu söylüyorum: Hiçbir kavgaya girmeden, tartışmaya girmeden ve tamamen hitabını esas olarak seçmenine, hemşerilerine, Ankaralıların tümüne yönelterek çalışan birisi var. Ama şunu da özellikle vurgulamak lâzım: Mansur Yavaş ısrarla Ankara’nın büyükşehir belediye başkanı olduğunu söylüyor, altını çiziyor; ama tüm Türkiye onu ilginç bir şekilde yakından takip ediyor. Bunun içerisinde ona oy vermeyen, oy vermeyi düşünmeyenler de var; siyaseten ondan çok farklı düşünen insanlar da var. Son bir yılda Mansur Yavaş –daha önce bir yayında da değinmiştim– gerçekten ilginç ve baktığımız zaman hakkını vermek lâzım, başarılı bir belediye başkanı performansı çiziyor. Bir diğer dikkatimi çeken –dikkatimi çekmesinden de öte bildiğim, çünkü kendisine de başvurdum, talep ettim ama prensip kararı olduğu için kabul etmedi– medyaya çıkmıyor. Medyaya çıkmak istese nerelere çıkar? Yine çıkacak birtakım yerler vardır; şu âna kadar bildiğim kadarıyla bunu yapmadı, bunu yapmak yerine kendi sosyal medya imkânlarıyla, belediyenin sosyal medya hesapları üzerinden, ama sistemli bir şekilde somut konularda birtakım sade, yumuşak dille yapılmış kısa videolarla insanların karşısına çıkıyor. Başka belediye başkanları da bunu yapıyor, ama Mansur Yavaş’ın sadece esas olarak hitabını buradan yapıyor olmasının da özellikle altını çizmekte yarar var, bu da ilginç bir strateji. Medyaya çıkmayarak biraz da siyasetler-üstü, partiler-üstü konumunu korumak istiyor olabilir. Zira bugün Türkiye’de medya büyük ölçüde kutuplaşmanın bir parçası, onu iktidar yanlısı medyanın konuk etmeyeceğini varsayıyoruz, herhalde etmezler. Çünkü Mansur Yavaş’ın varlığı, söyledikleri, onların destekledikleri iktidarın yapamadıkları bir anlamda. Bir diğer yönden de Ekrem İmamoğlu’na denedikleri ve genellikle de beceremedikleri saldırma noktasında Mansur Yavaş’a saldırabilecek çok da fazla bir argümanları yok. Ekrem İmamoğlu’na da yoktu, ama oradan değişik zamanlarda bir şeyler yaratmaya çalıştılar ve genellikle başarısızlığa uğradılar. 

Mansur Yavaş’ın da seçim öncesinde çok alâkasız bir konudan önü kesilmek istenmişti, iktidar yanlısı medya burada bayağı bir çaba göstermişti ve başarısız olmuştu. Dolayısıyla anladığım kadarıyla –benim değerlendirmem–, kendisini çağırabilecek, çağırmak isteyen –eminim çok sayıda başvuru vardır– medya kuruluşları toplumun esas olarak daha ziyade bir kesimine hitap eden yerler olduğu için de onlardan uzak durmak istiyor olabilir. Ama şu haliyle baktığımız zaman –bu benim seçimlerden sonra söylediğim ve bayağı da dalga konusu da olan bir şey, ama ardından yaşananları görünce, “Yepyeni Türkiye”nin siyaseti– yeni siyaset modelinde bence Mansur Yavaş ilginç bir performans sergiliyor. Bunu bilerek mi yapıyor, bilmeyerek mi yapıyor bu tartışılır. Ben onun bir belediye başkanı sınırları içerisinde olma stratejisinin tamamen siyasî bir strateji olduğu kanısındayım. Bunun önünün açık olduğunu düşünüyorum. Yani bundan sonra daha iddialı başka yerlere talip olduğunu söylemeden, hatta bu tür rivayetleri, spekülasyonları reddederek, tekzip ederek, onlardan uzak durarak, pekâlâ yarın öbür güne yönelik daha iddialı birtakım siyasî pozisyonlara talip olabilir. Aslında bu anlamda İstanbul, Ankara, İzmir, Adana gibi büyükşehir belediyeleri, pekâlâ bir yıl sonrası için daha sonraları için çok önemli geçiş noktaları. Kimi durumda öyle şeyler var ki İstanbul’un, Ankara’nın ya da İzmir’in belediye başkanı olmak herhalde bugünün Türkiye’sinde milletvekili ve hatta şu haliyle bir bakan olmaktan bile daha etkili olabilir. Bu noktada Mansur Yavaş’ın kendisini partiler-üstü, siyaset-üstü, siyasetin dışında, siyasete girmeyen, polemiklere girmeyen bir belediye başkanı, Ankaralıların belediye başkanı olarak sunma ısrarının aslında Türkiye’ye yönelik ileride yaşanması söz konusu olacak iddiaların bir hazırlığı olarak görüyorum. 

Tekrar başa dönecek olursak –son bir hafta on gün diyelim– Türkiye’nin koronavirüsle mücadelesine damgayı esas olarak belediyeler vurmaya başladı. Bu noktada muhalefet partileri, daha doğrusu CHP’nin büyükşehir belediyeleri, şok halinden sıyrıldıkları ölçüde –ki sıyrılıyorlar, görüyoruz–, somut işler yapmaya başladıkları ölçüde dikkat çekiyorlar ve dikkat çektikleri ölçüde de iktidarı rahatsız ediyorlar. İktidar kimi durumda para toplamalarına yasak getirmek gibi doğrudan engel çıkartıyor, kimi durumda bedava maske dağıtamazsınız diyemeyeceği için kendisi daha fazla maskeyi bedava verme yoluna giderek dengelemeye çalışıyor. Bakalım bundan sonra belediyeler, İstanbul’da Ekrem İmamoğlu, Ankara’da Mansur Yavaş, İzmir’de Tunç Soyer ve diğerleri neler yapacak? Ve iktidar da bunun üzerine neler yapma ihtiyacı hissedecek? Böyle ilginç bir durumla karşı karşıyayız. Aslında olması gereken tabii ki ve mutlaka, dünyanın birçok yerinde örneğini gördüğümüz gibi, Ankara’yla Türkiye’nin tüm belediyeleri, özellikle büyükşehir belediyeleri, özellikle de vakaların en yoğun yaşandığı yerlerin belediyelerinin, her türlü siyasî tartışmayı, kapışmayı bir kenara bırakarak koordineli bir şekilde güçlerini birleştirerek, bununla en etkili bir şekilde mücadele yürütmeleri. Ancak bunun önünde çok ciddi bir engel var, o da Recep Tayyip Erdoğan’ın tek adam yönetimindeki iktidar paylaşma, sorumluluk paylaşma konusundaki cimriliği, hatta cimrilik de değil, hiçbir şekilde buna yanaşmaması ve özellikle bütün muhalefet partilerinin belediyelerini kendi iktidarına yönelik bir siyasî tehdit olarak algılaması. Bunda çok haksız olmayabilir, 31 Mart bunun bir örneğiydi; ama bunu hep akılda tutarak yine de Türkiye’nin bu kritik döneminde belediyelerle birlikte bir mücadele stratejisi yürütmesi gerekiyordu. Bunu yapmadı, yapmamanın çok ciddi sonuçları oluyor, olacak; ama konumuz siyaset olduğu için, siyasî sonuçları da oluyor, olacak. Erdoğan’ın bu ısrarı kendisinin siyasî krizini daha da derinleştirirken, etkili bir şekilde çalışan belediyelerin –bu noktada Ankara, İstanbul ve diğerleri dikkat çekiyor– siyasî olarak daha da güçlenmesine yol açıyor. Mansur Yavaş son bir yıldır izlediği, ama şu son salgınla mücadele döneminde iyice mükemmel şekilde hayata geçirdiği sakin, pozitif, sorunları dile getirip, şikâyet etmek yerine sorunları çözmeye odaklanmak ve bunu olabildiğince vatandaşı katarak ve şeffaf bir şekilde yapmak konusundaki performansıyla gerçekten bir örnek olarak sivriliyor. 

Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.