YAZARLAR

Dinin Güncellenmesi (4): Küresel sistem ve Vahiy Geleneği

Vahiy Geleneği’nin yönelimleri mesela tüketim alışkanlıkları sistem tarafından biz insanları “bir lokma bir hırka” felsefesine mahkûm etme potansiyeliyle hedef tahtasına konur. Burada bir mübalağa olsa da sade hayat Vahiy Geleneği’nin hatta çoğu dinin üzerinde yürüdüğü bir yoldur. Dindarlar üzerindeki çağdaşlık yargısı da genelde hedeflerin ne olduğu ve tutarlılık üzerinden değil onların tüketim alışkanlıkları üzerinden yapılır.

Bilim geleneği kapsayıcı bir kavramdan, “din” kavramından yola çıkarak insanlık tarihinin Vahiy Geleneği de dahil bütün dinsel tecrübesini tek başlık altında toplamakta ısrarcıdır. Kendi zaviyesinden haklıdır. Bilim ancak gösterilebilir, tekrarlanabilir, kavramsallaştırılabilir, sınıflandırılabilir olanı mantık ve matematik diline indirgeyebildiğimiz ölçüde konu edinebilir. Bu yaklaşım bilimi kendi içerisinde tutarlı kılarken insan açısından tatminkar olmayan konuma düşürüyor. Einstein’ın bilim dışı edebiyatla uğraşmasının, dinlerle boğuşmasının onun bilimine bir katkısı yoktu ama bilim hakkında konuşabilecek en yetkin ağızlardan birinin şu cümleleri önemlidir:

“Ben bir ateist değilim ve kendime bir panteist de diyebileceğimi düşünmüyorum. İlgili soru bizim kısıtlı akıllarımız için çok geniş. Biz, pek çok değişik dilde kitapla doldurulmuş bir kütüphaneye giren küçük bir çocuğun durumundayız. Çocuk kütüphanedeki kitapları birisinin yazmış olması gerektiğini bilir. Nasıl yazıldıklarını bilmez. Yazıldıkları dilleri anlamaz. Çocuk, kitapların sıralanmasında esrarengiz bir düzen olduğundan şüphe eder, ama ne olduğunu bilmez. Bu durum, bana göre, en zeki insanın bile tanrıya göstereceği yaklaşımdır. Biz, evrenin muhteşem bir şekilde düzenlendiğini ve belirli kanunlara uyduğunu görmekteyiz, ancak bu kanunları çok bulanık bir şekilde anlayabilmekteyiz.”

Aslında hayatını bilime vakfetmiş bir insanın bu çabası bile çaba olarak ele alındığında insanın, zirvedeki bir bilim insanının dahi daha yüce bir anlam arayışının bilimle sınırlı kalamayacağının bir işaretidir. Bilim ancak araç olabilir.

BİLİMİN ÖNCÜSÜ

Bilgi üreten ve bilgiyi güncelleyen bir sistem olarak ele alındığında bilim insana hedef gösteremiyor. Bilakis bu heyula sistemin hedefleri insan zihni tarafından belirleniyor. Burada demokratik bir ilişkiden değil hegemon zihinlerin belirleyiciliğinden bahsediyoruz. Popper “araştırma konusunun seçimi ve araştırmada çalışılacak değişkenlerin seçimi’nin zaten işe henüz başlarken taraflı olmak anlamına geldiğini” açıkça belirtir. Biz olguları dama tahtası üzerindeki kareleri sistematik bir şekilde ele alarak incelemiyoruz. O karelerden incelenecek olanlar bizler tarafından seçiliyor. Sonuçları itibarıyla yarar getirmeyecek çalışmaların gündeme alınması pek mümkün değil. Çağın ruhu dikkate alındığında bu “kâr sağlamayacak çalışmalar” şeklinde de okunabilir. Bilimin bir öncü değil de ancak gösterilen hedeflerin etkili bir aracı olduğu ortada. Bilimin de sonuçta küresel kapitalizmin çıkarlarına hizmet eden bir mekanizmaya dönüştürüldüğünü kabul etmemek için akla uygun bir gerekçemiz yok.

Bugün dünyada her yıl on üç milyar insanı doyurabilecek miktarda gıda maddesi üretildiği ve hâlâ dünyada iki milyar insanın açlık çektiği veya yeterli ve dengeli beslenme sınırının altında yaşadığı söyleniyor. Obezite sonucunda insan vücudunda yağa dönüşen miktarın hesaplara dahil edilip edilmediğini bilmiyoruz. Obezitenin bir halk sağlığı sorunu haline gelmesi de çarpıklığın bir başka yüzü. Bu rakamlarda bir abartı olsa dahi dünyada israfın ulaştığı boyutlar sonucunda adil bir durumun ortaya çıkmadığı kesin. Bilimsel yöntemlerle arda kalan gıda maddesinin en ucuz şekilde açlık bölgelerine transfer edilmesi yöntemlerini bulmak ve geliştirmek mümkün. Küresel kapitalizm açısından ele alındığında bunun muhtemel iki sakıncası var. Birincisi bu dağıtım sisteminin masrafları. Bu masrafı devletlerin veya gönüllülerin karşıladığını düşünelim bu kez potansiyel pazarların kâr getirmeksizin doygunluğa erişmesi; yegâne amaç olan kârdan vazgeçilmesi durumuyla karşı karşıya kalıyoruz. Bu da sistemin mantığına aykırı.

KAÇ LOKMA KAÇ HIRKA?

Hedefleri açısından düşünüldüğünde küresel kapitalizm ile Vahiy Geleneği arasında bir örtüşme bulmak zordur. Dindarları ve tutarsızca yaşayan dindar bir kesimi onların müsrifliklerini hatta açgözlülüklerini şimdilik bir kenara bırakalım. Bu ele alınması gereken ayrı bir konu. En azından bir sapma. Vahiy Geleneği’nin yönelimleri mesela tüketim alışkanlıkları sistem tarafından biz insanları “bir lokma bir hırka” felsefesine mahkûm etme potansiyeliyle hedef tahtasına konur. Burada bir mübalağa olsa da sade hayat Vahiy Geleneği’nin hatta çoğu dinin üzerinde yürüdüğü bir yoldur. Dindarlar üzerindeki çağdaşlık yargısı da genelde hedeflerin ne olduğu ve tutarlılık üzerinden değil onların tüketim alışkanlıkları üzerinden yapılır. Bir de mevcut sistem için elverişli olup olmamasıyla. Bu yaklaşıma muhatap olanlar elbette sadece dindarlar değil genelde mevcut sistemi içine sindiremeyen, sorgulayan, uygun adım gitmeyenledir. Analizden yoksun ve anlama konusunda çaba sarf etmeyen yaklaşımlar yani önyargı Hakikat ile bağlantılarımızı kopartan, insanlar arasındaki ilişkileri parçalayan bir yıkıcılığa sahiptir.

Tutarsız bir şekilde yaşamlarını sürdüren ancak daha önemlisi kamu hakkına el uzatan ve insanlar üzerinde baskı kuran figürler üzerinden Vahiy Geleneği ve özelde İslam hakkında yapılan eleştirilerin önemli bir kısmının derinde yatan meseleleri atlayarak dindarların bugünkü sisteme uyum sağlayıp sağlamadıkları üzerinde odaklandığının da altını çizmeliyiz. Böyle bir ortamda Müslüman kitlenin çağırıldığı nokta dünya sistemine uyum sağlamak, sonuçta yapmaları gereken şeyin de İslam’ı küresel kapitalizme uyumlu hale getirmek olduğu vurgulanıyor. Bu tip çağrılar sadece dışarıdan değil Müslüman çevrelerden de geliyor. Ancak her boyutuyla adaletin buharlaştığı bu dünya düzeninde, gelir uçurumunun derinleştiği bu yapıda insan onuruna, emeğine ve haklarına değinmeden veya onu öteleyerek yapılacak bütün çağrılar cevapsız kalacaktır.


Cihangir İslam Kimdir?

Sakarya'da doğdu. Ankara Üniversitesi’nde 1983'de Tıp eğitimini, 1990’da Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanlığını tamamladı. Minnesota Üniversitesi’nde Omurga Cerrahisi ve Klinik Araştırma eğitimi aldı. Ortopedi ve Temel Bilimler alanında yurtiçi ve yurtdışı ortamlarda yüzün üzerinde bilimsel makale ve bildiri yayınladı. Ayrıca İslami İlimler ve Felsefe Bölümlerinden de mezundur. Bilgi ve Düşünce Dergisi’nde ve Hece Dergisi’nde düşünsel içerikli makaleler yazmıştır. 7 Şubat 2017 tarihinde yayınlanan 686 numaralı KHK ile Anayasa ve yasalara aykırı olarak kamu görevinden atıldı.