Twitter
Visit Us
YOUTUBE
YOUTUBE
LINKEDIN
Share

Savaş başladığında cehennemin kapıları ardına

kadar açıldı ve ateş kusan dev ejderhalar ile sarılan

Çanakkale Boğazı direndi, teslim olmadı, geçit vermedi…

Savaşın nedenleri, siyasi ve ideolojik boyutu:

Avrupa yarımadasında başlayan sanayii devrimi süreci; sanayii devriminin öncü devletleri arasında küresel ölçekte ticaret yolları, doğal kaynaklar ve pazarlar üzerinde muazzam bir rekabete yol açmıştı. Bu küresel rekabet ortamını ve rekabetin aktörlerini bilmeden Çanakkale Savaşı’nın nedenlerini ve Osmanlı İmparatorluğunun bu savaşa neden, nasıl girdiğini anlamak mümkün olmayacaktır.

Toplumumuzda Çanakkale savaşları ile ilgili bilgiler çoğunlukla savaş sırasında yaşanan olaylar üstünedir, savaşın nedenleri ve sonuçları üzerinde çok fazla durulmaz. Bu makale ile sadece Çanakkale Savaşı’nda olan olaylar ve yaşananlar değil; Çanakkale savaşına yol açan sebepler ve aktörler de aydınlatılmaya çalışılacaktır.

1. Dünya Savaşı öncesinde vahşi bir rekabet ve hatta kavga ortamı sadece ülkeler arasında olmaktan çıkmış; finans ve endüstri oligarkları başta gelmek üzere ideolojiler ve sınıflar arasında da inanılmaz boyutlara ulaşmıştı. Bu arada, ülkelerin kendi içindeki sermaye, işci, bürokrasi ve monarşi sınıfları arasındaki rekabet de güç ve/veya iktidar elde edebilmek adına çok sert bir şekilde devam etmekteydi.

Sanayileşme sürecine daha önce giren ve daha ileride olan İngiltere ve Fransa gibi toplumlar, küresel egemenliklerinde kendilerinden rol çalabilecek Almanya gibi ülkelere geçit vermeye hiç niyetli değillerdi. Buna karşılık bu süreci başaramamış Rusya ve Osmanlı İmparatorluğu gibi devletlerin egemenliğinde olan pazarlar, ticaret yolları ve doğal kaynaklar sanayileşmiş ülkelerin iştahını kabartıyordu. Sanayileşen toplumlar arasında rekabetin bu ölçüde kızışmasının sonuçta büyük bir paylaşım kavgasına yol açması kaçınılmazdı. Saray Bosna’da Avusturya Macaristan veliaht prensi Arşidük Ferdinand’ın 28 Haziran 1914 de bir Sırp milliyetçi tarafından öldürülmesi patlamaya yol açan kıvılcım olmuştur. Bu patlama neticesinde, pazarlar, ticaret yolları ve doğal kaynaklar, küresel ölçekte el değiştirmiş, binlerce yıldır ayakta olan birçok siyasi, ekonomik, hukuki, sınıfsal ve hatta dini toplumsal yapılar ortadan kalkmış veya şekli değişmiş, bunların yerine yenileri inşa edilmişti. Birinci Dünya Savaşı olarak adlandırdığımız dünyanın o güne kadar gördüğü en büyük ve en kanlı savaş işte bu dönemde gerçekleşmiştir. Öyle ki bu büyük savaşın etki ve yansımaları günümüzde dahi devam etmektedir.

Birinci dünya savaşı sonucunda yakın coğrafyamızda Osmanlı, Rus, Avusturya Macaristan ve Alman İmparatorlukları çökmüş, yüzlerce yıl boyunca bu imparatorluklarda hükümranlık sürmüş olan Osmanlı, Romonof, Habsburg ve Hohenzollern Hanedanları tarihe karışmış ve bu topraklarda kurulan ulus devletlerin pekçoğu diktatörler tarafından yönetilmeye başlamıştır.

Çanakkale Savaşı: aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğunun Birinci Dünya Savaşı’na girmesini kaçınılmaz kılan; boğazların kapatılması, Osmanlı İmparatorluğu tarafından devşirilen Alman gemilerinin de katıldığı Rus limanlarına saldırılması olaylarının sonucudur. Savaşın sonucunu kestiren ve hatta planlayan küresel güç odaklarının iktidara taşımayı başardığı (savaş sonunda yurtdışına kaçan Enver Paşa, Talat Paşa ve Cemal Paşa gibi) İttihatçı liderlerin, Osmanlı İmparatorluğu’nu bu savaşa itmiş olduğunu iddia etmek yanlış olmaz. Zaten Osmanlı İmparatorluğu, ancak böyle bir savaş sonucunda parçalanabilir ve egemenliğindeki ticaret yolları ile petrol başta olmak üzere doğal kaynaklarına el konulabilirdi. Bu sayede, servetinin büyük bölümünü savaşlardan elde eden finans ve endüstri baronları da mutlu olacaktı. Geri kazanımı adeta imkânsız boyutlarda toprak kaybeden ve doğal kaynaklar ile ticaret yolları üzerindeki egemenlik haklarını yitiren Osmanlı İmparatorluğu’nun kazandığı son büyük zafer Çanakkale Savaşıdır. Bu zafer, savaşın nihai sonucunu değiştirmemiş olsa dahi; bir taraftan emperyalist güçleri bozguna uğratıp hesaplarını altüst ederken, diğer taraftan da çok iyi planlanmış bir savaş startejisi olması açısından, savaş kabiliyetlerine ve teknolojilerine çok güvenen müttefik kuvvetler üzerinde beklenmedik ciddi bir şok yaratmıştır. Osmanlı yok olurken dahi düşmanlarına ölümcül zararlar verebileceğini Çanakkale Savaşı ile göstermiştir.

Çanakkale Savaşı; sanayi toplumu haline dönüşememiş bir doğu imparatorluğunun sanayileşmiş batılı toplumların bir araya gelmiş müttefik güçlerine karşı efsanevi bir direnişi olarak görülmelidir. Bu efsanevi direniş sonucunda küresel ölçekte bütün güç dengeleri beklenmedik ölçüde değişmiş ve yeniden şekillenmiştir. Çanakkale Savaşı sonucunda başta İngiltere olmak üzere müttefiklerinden beklediği acil yardımı alamayan Rus Çarı, Bolşevik devrimini durduramamış ve Rus Çarlığı yıkılarak yerine Komünist rejim ile yönetilen SSCB kurulmuştur. Komünizmin Almanya ve İngiltere gibi sanayileşmiş bir Avrupa ülkesi yerine, tarım toplumu özellikleri ağır basan Rusya coğrafyasında ortaya çıkması beklenmedik ölçüde dikkat çekicidir. Bu çerçevede, başta Lenin olmak üzere komünist liderlerin; önce Rus Çarına yardıma giden (komünizmin yayılmasından endişe duyan ülkelere ait) donanmanın Çanakkale’de durdurulması, ardından da Çarın donanmasının yokedilmesi konusunda, yukarıda saydığımız İttihatçı Liderler ile mutabakata varmış oldukları ihtimali dikkatle değerlendirilmelidir. Batı kapitalizmi için son derecede ciddi bir tehdit olarak ortaya çıkan Komünist rejim daha sonra Asya kıtasında hızla yayılacak, başta Çin olmak üzere birçok coğrafyada Batı Kapitalizmine karşı büyük bir komünist blok oluşturacaktır. İki kutuplu dünya düzeninin doğması ve birçok monarşik yapının yerini diktatöryal cumhuriyet rejimlerine bırakması Çanakkale Savaşı’nın önemli siyasi yansımalarındandır.

Çanakkale Savaşı, Osmanlı İmparatorluğu’nun son bulmasına yol açan sürecin mihenk noktasıdır. Goeben ve Breslau adlı iki Alman zırhlısının Çanakkale Boğazı’ndan geçerek Osmanlı İmparatorluğu’na sığınması ve akabinde Osmanlı Bayrağı çekilerek Rus Çarlığı’na saldırması sonucunda girilen Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı İmparatorluğu açısından büyük bir hezimet ile sonuçlanacak; başta Payitaht olmak üzere bir çok büyük şehir işgale uğrayacak, orta doğudaki bütün topraklar, Çanakkale ve İstanbul Boğazları ile Süveyş Kanalı gibi küresel ölçekte önem arz eden ticaret yolları, petrol ve diğer doğal kaynaklar, Müttefik Güçler tarafından ele geçirilecek ve aslan payı İngiltere’nin olmak üzere paylaşılacaktır. Çanakkale’de kazanılan zafer Birinci Dünya Savaşı’nın kaybedilmesine engel olamamış neticede önemli miktarda yetişmiş insan kaynağının kaybedilmesi ile sonuçlanmıştır. Çanakkale Savaşı’nda elde edilen zaferin en önemli sonucu ise; Osmanlı İmparatorluğu gibi “hasta” olarak tanımlanan bir doğu toplumunun, İngiltere ve Fransa önderliğindeki batılı süper güçleri bozguna uğratarak, bunların sahip oldukları teknolojik üstünlük sayesinde yenilemeyeceklerine dair sarsılmaz inançlarının uluslararası düzeyde ortadan kalkmasıdır. Çanakkale’de uğradıkları hezimetten sonra İngiltere de Fransa da sömürdükleri toplumlar nezdinde bir daha asla yenilmezlik algısı yaratamayacaktır. Genel olarak Birinci Dünya Savaşı, ama özelde Çanakkale Savaşı, İngiltere ve Fransa’nın süper güç olma iddiasına son vermiştir. Bu savaş sonucunda İngiltere, geleceğin süper gücü olma yarışından düşecek, yerine A.B.D. ve SSCB üstelik büyük bir avantajla yarışa katılacaktır. Finans ve endüstri baronlarından oluşan küresel güçlerin maksadına ulaştığı gerçeği dikkate alındığında; Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı’na girmesi, yukarıda bahsettiğimiz İttihatçı Liderlerin, planlı faaliyetleri neticesinde gerçekleşmiştir savı irdelenmeye değerdir. Öte yandan, Osmanlı İmparatorluğu’nu 1. Dünya savaşına sokan küresel güçlerden İngiltere ve İngiltere ile ittifak halindeki Siyonist güçler; küresel ticaret yollarını, Orta Doğu petrollerini ve belki de en önemlisi kısa bir süre sonra İsrail devletini kuracakları Filistin topraklarını ele geçirmişlerdir. Bu savaş sonucunda Kutsal topraklarda da egemenlik el değiştirmiştir. Diğer yandan Başta Mustafa Kemal olmak üzere Çanakkale Savaşı’nda kazanılan zaferin birçok kahramanı gelecekte Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılması, hanedan üyelerinin sürgüne gönderilmesi, Anadolu’da Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ve Hilafetin kaldırılmasında çok önemli roller oynayacaklardır.

1.Dünya savaşı sonucunda kurulan yeni dünya düzeninde savaşın galibi olan müttefik güçler hemen hemen bütün yerkürede siyasi, askeri, ekonomik ve hatta dini egemenliklerini tesis etmişlerdir. Bu süreçten en kârlı çıkanın Siyonist ideoloji olduğu ise aşikârdır; Siyonistler, Filistin coğrafyasını ele geçirmiş ve kısa bir süre zarfında İsrail Devleti’ni kurmuşlardır. Bu olayın etkisi ise günümüzde dahi devam etmektedir.

Çanakkale Savaşı’nda kullanılan strateji ve taktikler:

Savaş başladığında cehennemin kapıları ardına kadar açıldı ve ateş kusan dev ejderhalar ile sarılan Çanakkale Boğazı direndi, teslim olmadı, geçit vermedi…

Müttefik donanmayı komuta edenler dayanıklı zırhlara, yüksek ateş gücüne ve uzun top menziline sahip devrin teknoloji harikası zırhlıları ile Çanakkale Boğazı’nı kolaylıkla geçeceklerini, İstanbul önlerine demirleyerek Osmanlı İmparatorluğu’nu kısa zamanda kolayca teslime zorlayacaklarını düşünmüşlerdi. Müttefik donanmasının Çanakkale Savaşı’ndaki savaş stratejisi; öncelikle Osmanlı toplarının menzili dışından yapılacak seri ve yoğun atışlar ile boğazın girişindeki tabyaların susturulmasını, bilahare donanma toplarının korumasında boğazın içlerine doğru ilerlenmesini, böylelikle içerilerdeki tabyaların da susturulmasını ve mayın tarama gemileri ile etkisiz hale getirilecek mayın hatlarının kolayca geçilmesini öngörmekteydi. Bu savaşın 18 Mart tarihine kadar olan bölümünde Müttefik donanma ile Osmanlı donanması hiç bir şekilde karşı karşıya gelmemiştir. Taraflar arasındaki topçu düellosu sadece donanma topçusu ile karadaki müstahkem mevki topçusu arasında yaşanmıştır. Müttefik donanmanın; ateş gücüne, teknolojisine ve zırhlarının dayanıklılığına fazlaca güvendiği, Osmanlı’nın ateş gücünü fevkalade küçümsediği ortadadır. Netice itibari ile karadaki mevzilerin batma tehlikesi yoktur ama her gemi ne kadar büyük olursa olsun isabet alarak batabilir. Topçu düellosu boyunca bu olgu birçok kere gözlemlenmiş, isabet alarak susturulduğu düşünülen birçok top bataryası temizlenip onarılarak kısa sürede tekrar ateşe başlatılmıştır. Osmanlı kurmayları eldeki gemilerin eski model olmalarını göz önüne alarak müttefik donanma karşısında etkin olamayacaklarını düşünmüş ve bu donanmada bulunan topları söküp karadaki müstahkem mevkilere yerleştirerek savunma amacıyla kullanmışlardır. Aynı amaçla, donanmadan savaşa katılan tek gemi olan Mesudiye Zırhlısı’nın Sarısığlar mevkiinde sığ suda demirlenerek yüzer tabya olarak kullanılması da planlanmıştır. Diğer yandan çeşitli gemilerden sökülen torpido kovanları boğaz kıyılarına yerleştirilmiş ve düşman donanmasını bekler hale getirilmişti. Osmanlı savunmasını yöneten kurmay akıl, müttefik donanmanın bu zaafını akıllıca değerlendirmiş, savunmasını ona göre planlamış ve coğrafi avantajını son derecede zekice kullanmıştır. Öncelikle donanma toplarının balistik zaafiyetini, hedef bulma ve hedefe isabet kaydetme güçlüğünü çok akıllıca kullanmıştır. Özellikle donanma topçusuna hedef tesbiti yapacak balon ve uçakların Osmanlı ve Alman pilotlarınca başarı ile engellenmesi, topçunun hedef tespiti için kerteriz aldığı noktaların tahmin edilerek imha edilmesi ve donanma topçusunu yanıltacak sahte top mevzileri ve hedefler oluşturulması akıl dolu bir yaklaşımla hazırlanmış ve savaşın kaderini belirleyen strateji olmuştur. Planlarının aksine doğru düzgün hedef tespit edemeyen donanma topçusu sonuç alıcı atışlar yapamamıştır. Diğer yandan müttefik donanmanın uzun menzilli ve seri atışlı modern toplarına daha kısa menzilli ve daha ilkel toplar ile karşılık vermenin kısa sürede eldeki topların imhası ve kısıtlı mühimmatın boşa harcanması ile sonuçlanacağını düşünen Osmanlı Kurmay zekâsı, en azından menzil sorununu çözecek bir strateji izlemiş, ateş gücünün tükendiği kanısını oluşturmuş ve müttefik donanmayı aldatarak boğazın içlerine doğru çekerek topçu düellosunu bu noktada kabullenmiştir.

Çoğu savaşta savaş alanını belirleyen tarafın savaşı kazandığı bilinir. Çanakkale Savaşı’nda da savaş alanını belirleyen taraf Osmanlı olmuştur! Osmanlı kurmayının bu stratejisine aldanarak boğazın içlerine çekilen ve Osmanlı topçusunun menziline giren müttefik donanma bu noktada menzil üstünlüğünü kaybetmiştir! 18 Mart günü öğle saatlerine gelene kadar Osmanlı kurmayının bu stratejisini anlayamayan müttefikler donanmalarını daracık bir boğaza hapsetmişler, Osmanlı kurmay zekası tarafından hazırlanan bir tuzağa akıllıca çekilmişlerdir. Boğazın coğrafi yapısından da istifade eden Osmanlı topçusu vurulmadan vurmayı ve daha az mühimmat ile etkili sonuç almayı başarmıştır. Müttefik donanmanın topları, dağı taşı döverek ilerlerken Osmanlı topçusuna ciddi bir zarar verememiştir. Bu durumun son ana kadar farkına varamayan müttefik donanma komutanlığı aniden karşılaştıkları yoğun topçu ateşi ile şaşkına dönmüştür. Beklemedikleri bu ateşe karşılık verebilmek için uygun olan tek ve en geniş alanda manevra yapıp ateş düzeni almaya çalışan donanmanın dev zırhlıları, burada böyle bir manevra yapılacağını önceden öngören Osmanlı kurmaylarınca görevlendirilen Nusret Mayın Gemisi tarafından Karanlık Koya gizlice döşenen mayınlara çarparak batmıştır. Yaptıkları keşif ve mayın tarama operasyonlarına güvenen ve bu noktada mayın olma ihtimalini düşünemeyen müttefik donanması için bu ayrı bir şok olmuştur. Osmanlı kurmaylarının büyük zırhlılar karşısında etkili olmayan ama küçük mayın tarama gemilerini rahatlıkla batırabilen hareketli topçu bataryaları kullanması sayesinde, mayın tarama gemilerinin çok zayiat verdiği ve müttefiklerin mayın taramada başarılı da olamadığı görülmektedir. 18 Mart günü savaşın nihayetinde Çanakkale Boğazı’nı kolayca geçebileceğini düşünen müttefik donanma, Osmanlı’nın ana savunma hattına dahi varamadan bozguna uğramış ve ağır kayıplar vererek geri çekilmiştir. Müttefik donanmanın stratejik hatası, Osmanlı savaş zekâsını küçümsemesi ve savaş imkânlarını iyi analiz edememesidir. 18 Mart bozgunundan sonra müttefik güçleri komuta edenler boğazı sadece donanma ile geçemeyeceklerini acı bir ders alarak öğrenmişlerdi. Boğazı geçmek için bir kara harekâtı düzenleyerek, karadan etkisiz hale getirecekleri tabyaların önünden risk almadan geçmenin mümkün olduğunu düşündüler. Donanmanın yüksek ateş gücü sayesinde Osmanlı kuvvetlerinin sahile yaklaşamayacağını, bu yüzden de sahile yapılacak bir çıkarma operasyonunun kolay olacağını düşünmüşlerdi. Bu ise müttefiklerin ikinci büyük yanılgısıydı! Müttefiklerin stratejisi kısmen başarılı oldu da denebilir; Osmanlı güçleri kıyı şeridine yapılan çıkarmayı önleyemedi, zaten önlemeye de çalışmadı. Böyle bir önleme gayretinin donanmanın uzun menzilli ve yoğun topçu atışı karşısında çok büyük kayıplara neden olacağını önceden kestirmişlerdi. Kıyıya sadece keskin nişancılardan oluşan küçük timler dağınık bir şekilde mevzilendi.

Çıkarma sırasında bu timlerin koskoca bir orduyu durdurması elbette imkânsızdı, zaten Osmanlı kurmayının da böyle bir beklentisi yoktu; tek beklenti çıkarmayı komuta eden subayların vurularak etkisiz hale getirilmesi ve bu sayede çıkarma yapan askerin başsız kalarak dağılmasıydı. Osmanlı genelkurmayının bu stratejisi mükemmelen işledi ve karaya ulaşan müttefik askeri kendilerini komuta edecek hatta harita okuyabilecek hiç kimseyi bulamadı. Bu nedenle, bulduğu ilk korunaklı yere kendini atıp canını kurtarmaya çalıştı. Böylelikle kıyı şeridine sıkışmış oldular. Üstelik yüksek tepelere mevzilenmiş Osmanlı güçleri karşısında açık hedef durumundaydılar. Donanma topçusunun balistik zafiyeti burada da ortaya çıktı ve iyi planlanmış derin Osmanlı siperlerine karşı atışları etkili olmadı. Diğer yandan savaşan tarafların siperleri birbirine yaklaştığı ölçüde müttefik donanmanın uzaktan topçu ateşi ile destek vermesi de imkânsız hale geliyordu. Osmanlı güçleri sırtını karaya vererek sağlama almıştı; karadan ve denizden her türlü ikmali sağlayabiliyor, özellikle insan gücü temininde sıkıntı yaşamıyordu. Oysa kıyı şeridine sıkışmış olan müttefik donanmanın takviye askerleri, su, gıda, mühimmat ve silah ihtiyaçlarını uzaklardan deniz yolu ile temin etmek zorundaydılar. Bu müttefiklerin karşılaştığı ciddi bir lojistik sorundu. Bu sorunu dengeleyebilmek amacı ile Marmara Denizi’nde denizaltı operasyonları düzenleyerek Osmanlı güçlerinin ikmal hattını kesmeye çalıştılar ve önemli ölçüde başarılı da oldular. Verilen kayıplar karşısında Osmanlı ikmal yolları denizden karaya kaydırıldı. Alman denizaltılarının devreye girmesi ve son derecede etkili saldırılarda bulunması sonucunda ağır kayıplara uğrayan müttefik donanması Limni adasının güvenli sularına çekilmek zorunda kaldı. Sahilde sıkışmış müttefik askerleri artık donanma ateşinin korumasından da yoksun kalmıştı. Osmanlı topçusu bu noktadan sonra çok daha etkin bir rol oynamaya başladı ve denizden sahile ikmal yapmak müttefikler için adeta imkânsızlaştı. Savaş bu noktadan sonra savaş, birbirine çok yakın siperler arasında geçen bezdirici bir harp şekline dönüştü. Müttefiklerin o devrin çıkarma teknolojisinin kısıtlı imkânlarını ve Çanakkale Boğazı’nın coğrafi yapısını dikkate almayan stratejileri kara harekâtında da yenilmelerine yol açmıştır. Osmanlı kurmay zekâsı ikinci kere savaş alanını belirlemiş ve bu kez de savaşı kazanmıştı. Denizden gelip sahile çıkarak kıyıyı kuşatan sarp yamaçlara taarruz edip kolay bir başarı kazanabileceğini varsayan, karşısındaki gücü küçümseyen, yüksek egolu savaş aklı bir kere daha beklemediği bir bozguna uğramıştı.

Çanakkale Savaşı her ne kadar küresel güç dengelerindeki kırılma sonucunda ortaya çıktıysa da, savaş alanında yaşananlar asla unutulmayacak kahramanlık hikâyeleri ortaya çıkarmıştır. Bu savaşta büyük bir kurmay aklın ürünü olan stratejiler çarpışmış, kişisel fedakârlık ve kahramanlıklar, alışılmadık, görülmedik teknolojik uygulamalar savaşın seyrini değiştirmiştir.

Çanakkale Savaşı’nın deniz savaşları ve kara savaşları hakkında toplumumuzda yeterince bilgi vardır, ancak hava savaşları ve denizaltı savaşları hakkında çok fazla malûmat olmadığı görüşü hâkimdir.

Çanakkale Savaşı, denizaltı ve hava araçlarının çok önemli görevler üstlendiği dünyadaki ilk savaştır. Gelecekte savaş sanatı kitaplarına yazılacak birçok uygulama bu savaşta ortaya çıkmıştır. Hava kuvvetlerinin gözetleme amacı ile kullanılmasının yanı sıra savaşta bir saldırı aracı olarak da kullanılması ilk defa bu savaşta gözlemlenmiştir. Çanakkale Savaşı ile beraber, savaş metodları sonsuza kadar değişmiştir demek son derecede gerçekçidir. Örneğin uçakların, sadece keşif maksatlı bir unsur olmaktan çıkıp, taarruz için de kullanılmaya başlanması bu savaş stratejisinde uygulanan taktikler neticesinde gerçekleşmiştir. Denizaltıların, Çanakkale Savaşı’nın kaderine etkileri olağanüstüdür. O devrin teknolojisi ile denizaltıları saldırı aracı olarak kullanmak nerede ise bir intihar görevi olarak nitelenebilir. Her iki cephede de birçok kahraman asker ve subay bu görevi üstlenmekte tereddüt göstermemiştir. Gerek Müttefik denizaltılarının operasyonları, gerek Alman – Osmanlı ittifakının denizaltı operasyonları bu savaşın kaderini belirlemekte çok etkili olmuştur. Donanma desteği ile yapılacak bir kara harekâtının başarıya ulaşacağı stratejisi Osmanlı askerinin cesaret ve kahramanlığı sayesinde boşa çıkarılmıştır.

Sonuç olarak batı medeniyetinin teknolojik üstünlüğü ile şişirdiği egosu Osmanlı medeniyetinin aklı, azmi ve kurmay zekâsı sayesinde Çanakkale’de hüsrana uğramıştır.