‘‘Geldikleri gibi giderler’’ öngörüsü böyle gerçek oldu

Emekli Koramiral Can Erenoğlu yazdı

‘‘Geldikleri gibi giderler’’ öngörüsü böyle gerçek oldu

Öncelikle, bugünlere ulaşmamızı sağlayan Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını, asil kanlarını bu topraklara ve denizlere akıtan tüm şehitlerimizi rahmet ve minnetle anar, aziz hatıraları önünde saygıyla eğilirim. Gazilerimize de sonsuz şükranlarımı sunarım.

18 Mart, 103 yıl önce Çanakkale’de kazanılan Deniz Zaferini ve aynı zamanda bu zaferle başlayıp Cumhuriyetle taçlandırılan eşsiz mücadelelerde, yüce Türk Milletinin bağımsızlığını ve Türkiye Cumhuriyeti'nin bölünmez bütünlüğünü koruma uğruna şehit olan vatan evlatlarımızı anma günüdür.

Birinci Dünya Savaşı öncesinde, Osmanlı Devleti, Batı’da hızla zayıflayıp Doğu Trakya dışında Avrupa’daki tüm topraklarını, saygınlığını ve gücünü kaybetmiş ve İngiltere, Fransa ve Rusya’nın bulunduğu İtilaf Devletlerine karşı Almanya’ya yakınlaşmaya mecbur kalmıştı.

Avrupa’da savaşın başlamasını müteakip, İngiliz Hükümeti, Osmanlı Donanma Cemiyeti’nin halktan topladığı bağışlar ile bedeli ödenerek İngiliz Tersanelerinde inşa edilen Sultan Osman-1 ve Reşadiye Dretnotlarına el koyduğunu açıklamıştı.

ATATÜRK SAVAŞI ÖNGÖRDÜ

Sofya Askeri Ataşeliği sırasında, başta Balkan ülkeleri olmak üzere Avrupa’nın diğer önemli ülkelerinin askeri ve sivil diplomatları ile ilişki kuran Mustafa Kemal çok kısa bir zaman içinde büyük bir uluslararası savaşın çıkacağını görerek faal bir komutanlığa atanma isteğinde bulunmuştu. Mustafa Kemal’in öngörüsü gerçekleşmiş ve 28 Haziran 1914 Pazar günü, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Veliaht Prensi Franz Ferdinand’ın eşi Sofia ile birlikte Saraybosna’da Sırp milliyetçisi Gavrilo Princip tarafından öldürülmesi üzerine 28 Temmuz 1914 Salı günü, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Sırbistan’a savaş ilan ederek, Birinci Dünya Savaşı’nın ilk adımlarını atmıştı.

Bu arada İngiliz Donanmasından kaçan Alman Goeben ve Breslau isimli savaş gemilerinin 10 Ocak 1914’te Osmanlı İmparatorluğu tarafından Boğazlardan geçişine izin verilmiş, bu gemilerin İngiltere’ye sipariş edilen ancak alınamayan Dretnotlar yerine satın alındığı açıklanarak, gemilere Yavuz ve Midilli isimleri verilmişti.

Bu gelişmeleri 4 Ağustos’ta İngiltere’nin Almanya’ya savaş ilanı takip etmiş ve içinde Alman subayların da bulunduğu Yavuz ve Midilli’nin 29 Ekim 1914’te Osmanlı Sancağı altında Karadeniz’de Rusya’nın Sivastopol ve Novororisky limanlarını bombardıman etmesi ile 3 Kasım 2014 tarihinde Rusya, Osmanlı İmparatorluğu’na savaş açmıştı.

Tarih boyunca ele geçirilmesi için nice savaşlar verilen Türk Boğazları hem dünya hem de İngiltere ve Rusya için stratejik ve ekonomik açıdan paha biçilmez değerdeydi.

İngiliz Bahriye Bakanı Winston Churchill; Türk Boğazlarına saldırılarak İstanbul’un ele geçirilmesini amaçlayan planlamalara başlamıştı. İngiltere için Türk Boğazlarının ele geçirilmesi halinde stratejik kazanımın yanı sıra, Rusya’ya yardım edebilme imkânı doğacak ve aynı zamanda Almanya’nın güç durumda düşürülmesi mümkün olacak, hala tarafsızlığını koruyan Romanya, Bulgaristan ve Yunanistan da kendi saffına çekilecekti. Bu planlamaya uygun olarak İngiltere 28 Ocak 1915’te Osmanlı’ya savaş açma kararı aldı ve bu karara Fransa da katıldı.

DONANMAYI ÇÜRÜMEYE TERK ETMİŞTİ

Yetişmiş denizci insan gücünü ve Donanmasını Navarin’de kaybeden Osmanlı Devleti Rusya’nın Ege ve Akdeniz’e inmesine engel olamamıştı. Sultan Abdülaziz döneminde nicelik olarak iyi bir donanma oluşturulmasına rağmen, donanmanın güçlendirilmesi ve gemi inşa hamlesi devlet geleneği olarak ele alınmamış, bu bağlamda denizci insan gücü ve deniz gücünü geliştirecek adımlar atılmamıştı. Sonrasında II. Abdülhamit ise Osmanlı donanmasının etkinliğini taht kaygıları ve İstibdat döneminin genel yapısı yüzünden yok denilebilecek düzeye indirmişti. Donanmayı Haliç’te çürümeye terk etmişti. Tesadüfe bakın ki II. Abdülhamit’in cenazesi Donanmanın bir istimbotuna konarak 10 Şubat 1918 sabah ezanı saat dört buçuk sularında Beylerbeyi Sarayı’ndan Sarayburnu’na götürülmüş ve oradan da Topkapı Sarayına nakledilmiştir.

Çanakkale muharebelerinde Anzak bölükleri ve Gurkalar gemiler ile binlerce deniz mili mesafeden Hindistan, Avustralya ve Yeni Zelanda’dan Mısır’a oradan da Çanakkale’ye taşınmıştı.

Neticede, Navarin faciası sonrasına benzer bir şekilde Osmanlı Donanmasız kalınca denizde ciddi bir engel ile karşılaşmayan Birleşik Donanmanın Osmanlı’nın iç sularına kadar girmesine ve İtilaf ordularının Gelibolu’ya çıkarak tarihin en müthiş siper savaşlarında binlerce askerimizin şehit düşmesine engel olunamamıştır.

KAHRAMAN GEMİ

Yaratıcı fikrin, azim ve iradenin deniz harp tarihindeki en güzel örneklerini veren Nusret Mayın Gemisi, Muavenet-i Milliye Muhribi, Sultanhisar Ganbotu, sahile bazı eski gemilerden sökülerek konuşlandırılan top bataryaları ve denizdeki mayın mâniaları Çanakkale Deniz Zaferimize isimlerini altın harfler ile yazdırmıştır.

Çanakkale’de tesis ettiği mayın hatları ile savaşın kaderini değiştiren kahraman gemi, “Nusret” mayın gemisidir. Nusret Mayın Gemisi, 1912 yılında Almanya'nın Kiel şehrinde inşa ettirilmiştir. Bu gemi dar alanlarda kolayca manevra yapabiliyor ve az su çektiğinden mayın alanları üzerinde güvenle dolaşabiliyordu. Gemi 3 Eylül 1914'te Çanakkale'ye getirildi.

Nusret Mayın Gemisi Komutanı Yüzbaşı Tophaneli Hakkı Kaptan idi. Bu önemli görevden iki gün önce kalp krizi geçirdiği halde, bu tarihi görevi Mayın Grup Komutanı Nazmi Bey ile paylaşmak istemiş hayatından fedakârlık ederek onunla birlikte ve Nusret'in komutanı sıfatı ile göreve çıkmıştır. Mayınları döşedikten sonra geri dönüş esnasında düşman gemilerinin ışıldaklarla denizi taraması sırasında Nusret'in görülebileceği endişesine dayanamayıp yeni bir kalp krizi ile Çanakkale'ye dönemeden şehit olmuştur.

100 gemi ve yaklaşık 250 ağır topa sahip olan Müttefik Donanması, 18 Mart 1915 sabahı saat 10.00’dan itibaren Boğazı zorlamaya başlamıştır.

Müttefik Donanma, Erenköy önlerindeki Karanlık Limana yaklaştığı zaman bölgede Nusret gemisinin 7-8 Mart 1915 gecesi sabaha karşı bu bölgeye gizli bir şekilde dökmüş olduğu ve hiçbir şekilde hesaba katılmayan 26 mayın, Müttefik Donanmanın İstanbul’u ele geçirme düşlerine kesin bir nokta koymuştur.

İngiliz Donanmasına ait Irresistible ve Ocean zırhlıları ile Fransız Donanmasına ait Bouvet Zırhlısı batmış; Müttefik Donanmaya ait Gaulois, Suffren, Inflexible zırhlıları ağır hasar almış; birçok zırhlı da kıyı bataryalarının ateşi nedeniyle çeşitli yaralar almıştır.

Çanakkale'yi yalnız donanma ile geçmenin baş taraftarı İngiliz Bahriye Bakanı Churchill, 1 Ağustos 1930 tarihli La Revue de Paris isimli dergide yayınlanan beyanında şunları söylemişti:

"Fırtınalı bir günde, 8 Mart 1915 sabahı, İngiliz muhriplerinin geri çekilmiş olduğu bir saatte, Nusret adındaki Türk mayın gemisi, bilinen mayın hatlarının önüne yeni bir hat kurdu. Bu hat, diğerleri gibi Boğaz'ın orta hattına dikey değil, paralel idi. Bu engel, Türklerin elindeki son ihtiyat olan demirli mayınlardan ibaretti. Bu mayınların değeri 6 - 7 bin franktan fazla olamazdı...1915 yılında bütün Avrupa'da milyonlarca insan bir ölüm kalım mücadelesine girmişti. Büyük taarruzlar yapılmaktaydı. Büyük Milletlerin kahramanları korkusuzca muharebeye atılmaktaydılar. …….Fakat Nusret gemisinin gizlice döktüğü bu 20 demir kap, harbin devamı ve dünyanın geleceği bakımından, diğer bütün gayretlerden daha mükemmel ve daha kesin sonuçlu hedeflere varmak içindi. ….Yalnız başına bu engeldir ki, Çanakkale'nin geçilmesini önledi ve gene bu engeldir ki, Türkiye'yi bir bozgundan kurtardı ve harbi uzattı. Bu yüzden, mağluplar kadar muzaffer Avrupa da sarsıldı. Kemiklerini Fransa, Belçika, Polonya, Galiçya, Balkanlar, Filistin, Suriye ve Kuzey İtalya topraklarının örttüğü 6-7 milyon insan, düşmanlarının kurşun ve gülleleriyle değil, 18 Mart sabahı Çanakkale'nin kuvvetli akıntısı altında, ağırlıklarına bağlı bulundukları tel halatları üzerinde gerili duran 20 demir kap yüzünden yok olup gitti.”

CANLARINI SEVE SEVE FEDA EDECEKLERİNİ DİKKATE ALMAMIŞLARDI

Birinci Dünya Savaşı’nda Sultanhisar Torpidobotu’nun Avustralya Denizaltısı AE-2’yi; Muavenet-i Milliye Muhribi’nin de İngiliz Goliath Kruvazörü’nü batırması bu savaşın az sayıdaki deniz taktik başarıları arasındadır.

Nusret’in 26 mayınının 18 Mart 1915 tarihinde, Erenköy koyunda yarattığı taktik sürprizin sonucunda oluşan stratejik başarı, müttefik armadanın Marmara’ya girişini durdurabilmiş, ancak 25 Nisan 1915 tarihinden 20 Ocak 1916 tarihine kadar sürecek olan Gelibolu üzerinden bir amfibi harekât ve müteakiben bir kara harekâtını tetiklemişti.

Aynı dönemde, Alman Donanması ile ittifak halinde olan ve Alman Amiraller tarafından idare edilen Osmanlı Donanması, müttefik denizaltıların Osmanlı İmparatorluğu’nun kalbi sayılacak Marmara Denizi’ne ve hatta İzmit Körfezi ile Haliç’e girmesine mani olamamıştı. İtilaf devletlerine ait denizaltılar, toplam tonajı 34.000 ton civarında, 35 Osmanlı gemisi ve 220 adet yelkenli tekneyi batırmıştı. Bu denizaltıların varlığı Marmara kaynaklı cephe lojistik destek hattının karaya yönelmesine ve sonuçta kritik cephanenin Çanakkale cephesine zamanında yetiştirilememesine neden olmuştur.

Denizden geçemedikleri Boğazı, karadan ele geçirmeye karar veren İtilaf güçlerinin karşısına bu kez stratejik deha Yarbay Mustafa Kemal ve vatan, millet sevgisiyle bir irade abidesi olan Mehmetçik çıkmıştır. Başlangıçta İtilaf Devletleri, Birleşik Donanmalarının hiçbir engel ile karşılaşmadan Çanakkale Boğazı’nı da kolaylıkla geçebileceğini düşünmüştü. Ancak, “Arkadaşlarım, muharebe cephelerinde ateş hattında bulunurken, ben Sofya’da Askeri Ataşelik yapamam” diyen ve bunun üzerine Çanakkale’ye 19’uncu Tümen Komutanı olarak atanan Yarbay Mustafa Kemal’in "Ben size taarruzu değil ölmeyi emrediyorum." emrini alan Mehmetçiklerin gözünü kırpmadan vatan ve özgürlük aşkı ile canlarını seve seve feda edeceklerini dikkate almamışlardı.

‘‘GELDİKLERİ GİBİ GİDERLER’’ ÖNGÖRÜSÜ BÖYLE GERÇEK OLMUŞTUR

Deniz gücümüzün vurucu unsuru olan Donanmadan etraflıca bahsetmemin amacı; İtilaf Devletleri Donanmasını neden Çanakkale açıklarına gelmeden önleyemediğimizi ve neden Gelibolu’da milletimizin en değerli evlatlarının şehit olduğunu açıkça ortaya koymaktır.

Şok etkisi yaratan bu yenilgi İtilaf Devletlerinin Rusya ile stratejik bütünleşmesine engel olmuş ve Birinci Dünya Savaşının ağırlığına dayanamayan Rusya’da Çarlık rejiminin yıkılmasına sebep olmuştur.

İtilaf Kuvvetleri neticede 1915’te gerek denizden gerekse karadan Çanakkale’yi geçememiştir. Mondros Mütarekesi sonrası İtilaf Donanması İstanbul açıklarına demirlese de, Mustafa Kemal’in Haydarpaşa Rıhtımından bakarak söylediği ‘‘Geldikleri gibi giderler’’ öngörüsü Milli Mücadele sonunda gerçek olmuştur.

Sonuçları bakımından etkileri dünyayı saran bu büyük mücadelede elde edilen zafer, yeni bir dönemin kapısını aralamıştır. Şanlı tarihi boyunca bağımsızlık mücadelesiyle insanlığa örnek olmuş Türk Milleti aralanan bu kapıdan geçerek bağımsız ve çağdaş bir devlet kurmasını bilmiştir.

Yüce Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün rehberliğinde ecdadımızın kanı ve canı pahasına kurduğu Türkiye Cumhuriyeti'ni ve onu ayakta tutan değerlerini korumak için bizim hiçbir fedakârlıktan kaçınmamamız şarttır.

Yurt ve ulus sevgisi ile dolu yüreğimiz, çelikleşmiş bir azim ve iradeye dayanan üstün disiplin anlayışımız, milli güce dayalı etkin silahlı caydırıcı gücümüz ve kalbimizde yaşattığımız vatan, millet ve bayrak sevgisiyle milletimizin bize duyduğu güvene her şartta layık olacak şekilde hareket edeceğiz.

Bu konudaki güç kaynağımız da Cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün tüm olumsuzluklar karşısında gösterdiği tarihsel duruşu olacaktır.

CUMHURİYETİMİZİ AYNI RUH VE ANLAYIŞLA KORUMAK TEMEL SORUMLULUĞUMUZDUR

Çanakkale'deki Şehitlerimizden hem bugünümüz, hem de geleceğimiz için alınması gereken ders bağımsızlıktır, özgürlüktür, birlik ve beraberliktir.

Atalarımızın, bağımsızlığımızın ve özgürlüğümüzün simgesi, şehitlerimizin ve gazilerimizin emaneti olan güzel yurdumuzu ve Cumhuriyetimizi aynı ruh ve anlayışla korumak temel sorumluluğumuzdur.

Aziz şehitlerimizin kahramanlıkları, Türkiye Cumhuriyeti'ne ve onun vazgeçilmez dinamiği olan Atatürk ilke ve devrimlerine yönelecek her türlü tehditle mücadelede bizlere ilham kaynağı olmuştur.

Türkiye’nin güvenlik ve refahı, vazgeçilmez bir şekilde çevrelendiği denizlerle iç içedir. Bulunduğu yarımada coğrafyası ile Türkiye deniz ülkesidir. Bu coğrafyada refah ve güven içinde yaşamak için denizlere yönelmek ve denizci devlet olmak gerekir. Bir deniz coğrafyasında yaşadığımızın, 1.000 yıldır vatan bildiğimiz bu toprakların denizden uzaklaştığımız ya da denizleri ihmal ettiğimiz dönemlerde can, toprak ve onur kayıplarıyla karşılaştığımızın bilincinde olarak, 21’inci yüzyılda ve ötesinde denizlerde Çeşme, Navarin ve Sinop gibi başka baskınlara asla izin verilmemelidir, Türkiye’nin gelecek nesilleri “Mavi Vatan”a ve açık denizlere bugünkünden daha fazla ihtiyaç duyacak ve bağımlı olacaktır. Türkiye süratle denizcileşerek deniz uygarlığı cephesinde yerini almalıdır.

Sonuç olarak; Çanakkale Deniz Zaferi Türkiye Cumhuriyeti’nin Önsözüdür.

Emekli Koramiral Can Erenoğlu

Odatv.com

‘‘Geldikleri gibi giderler’’ öngörüsü böyle gerçek oldu - Resim : 1

Çanakkale Atatürk savaş Nusret Can Erenoğlu arşiv