Devrim ve inkılap çıkmazındaki İran

İran’da karşı devrim çıkarmak da pek kolay olabiliyor. Son bir yılda Türkiye’de İran rejimi aleyhinde bir devrimin olma ihtimali üzerine yüzlerce yazı yazıldı-çizildi. Kadınların zorunlu başörtüye karşı telefon veya elektrik panolarının üstüne çıkıp başörtülerini çubuğa bağlayarak protesto etmelerini İran’da devrim oluyor şeklinde anlıyoruz. Son olarak da devrimin yıl dönümü dolayısıyla konuşan Hasan Ruhani’nin bazı konular hakkında yaptığı referandum çağrısı, bizim ülkemizde devrime dönüştürüldü.

Google Haberlere Abone ol

Muhammed Çelik

“Devrim” nedir? “İnkılap” nedir? İkisi de aynı anlamda mı kullanılıyor? Aynı anlamda kullanılıyorsa o zaman bazı köklü değişimler anlatılırken, neden farklı iki kavram olarak nitelendiriliyor. Bu iki mefhum arasında anlam farkı varsa, ona sözümüz yok ama her halükarda Türk Dil Kurumu’nun resmi internet sitesinde bu iki kavramın tarifini veren o açıklamalarına bir bakalım: Belli bir alanda hızlı, köklü ve nitelikli değişiklik. Bu, TDK’nın devrim hakkında yaptığı izah ve inkılap için ise şöyle bir tarif yapılıyor: Toplum düzenini ve yapısını daha iyi duruma getirmek için yapılan köklü değişiklik, iyileştirme, devrim, reform.

Bu iki mezkur kavram hakkındaki TDK izahatını, 1979'da İran’da meydana gelen köklü değişim anlatılırken ülkemizde farklı mefhumların kullanılıyor olmasından dolayı verdim. Çünkü devrim ve inkılap arasında sözlükteki fark hayatımızda tezahür ederken tamamen farklı iki kavram şeklinde kendisini gösteriyor. Bundan dolayı coğrafyamızda son yüzyılda meydana gelen toplumsal olayları anlamak için belki de üzerinde en çok durulması gereken devrim veya inkılaplardan biri de İran İslâm Devrimi/İnkılabı’dır. Gerçi ülkemizde bu köklü değişimin felsefesi üzerine bile ciddi manada herhangi tartışma yapılmıyorken bu iki kavramdan (Devrim/İnkılap) birini kullanmamız da tuhaf bir durumdur. Çünkü bu iki kavram bazen bir ideolojiye bürünmüş aydın çevrelerce ve bazen de sadece sosyal medyadan görüp duyduğu haberlerle yetinenlerce de kullanılmaktadır.

Konunun dahi iyi anlaşılması için şu misalle örneklendirelim: İran İslam Devrimi, İran İslam İnkılabı ve İran Devrimi. Görünürde bu isimlendirmelerde herhangi bir sıkıntı yok gibi. Fakat ister İran’da yaşayan bir “inklabiyun” yani “devrimci” veya “inkılapçı” ister İran dışında mukim olan İran İslam İnkılabı/Devrimi sempatizanı olan biri olsun bu isimlendirmelere çokça dikkat eder. Çünkü İran Devrimi ile İran İslam İnkılabı arasında büyük bir fark vardır. Bu durum şu örnekle benzerlik göstermektedir: İran Cumhuriyeti ve İran İslam Cumhuriyeti. İlkinde Batı’nın belirlediği demokratik bir ülke yapısı, ikincisinde ise görünürde İslam ve Batı karışımı olan bir yönetim şekli söz konusudur. Fakat şunu da belirtmek gerekir ki İran’daki müesses nizam bu görüşü kabul etmemektedir zira ülke yönetiminin çekirdek kadrosu veya sistemi, şu andaki İran devletinin yönetim şeklini Velayet-i Fakih doktrini etrafında şekillendiğini dile getirmektedir. Velâyet-i Fakih sistemi veya makamı ise Şii mezhebine göre kayıp olan 12. İmam Mehdi’ye vekillik eden bir dinî yönetim şeklidir. Bu sistemin başında da dolaylı olarak halk tarafından (Allah tarafından seçilir diyen Şii alimleri de mevcuttur) seçilen bir kişi vardır. Bu durum Şii inancına göre mezkur imam ortaya çıkana kadar devam eder. Tabii bütün Şiiler için bu durumun geçerli olduğunu söyleyemeyiz çünkü bazı Şii alimleri hiç kimsenin İmam Mehdi’ye vekillik yapamayacağını dile getirmektedir. Delil olarak ise Şii mezhebine göre İmam Mehdi de diğer 11 imam gibi masum ve günahsız bir kişi olduğu için hata ve günahlardan münezzeh olmayan kişilerin onun yerine geçici olarak tayin edilemeyeceği görüşüdür.

Burada Velayet-i Fakih doktrinin nasıl meydana gelip günümüzdeki halini aldığını, İran’da yayınlanan Endîşe-i Sâdık Dergisi’nin 3. ve 4. sayılarında yayımlanmış olan Yakub Ali Borcî’nin Velâyet-i Fakih Teorisinin Tarihî Seyri adlı makalesi eşliğinde yüzyıllar öncesine gidip bir tarih yolculuğu esnasında özetleyelim durumu. Yazar makalesinde Velâyet-i Fakih sistemini Şii halk ve alimlerinin yaşadığı bölgeleri siyasî bakımından ele alarak 5 döneme ayırmıştır:

1- Hicrî 4. yüzyıldan başlayıp hicrî 10. yüzyıla kadar süren bir dönemi kapsamaktadır. Bu dönemde Abbasîlerin zayıflayıp yıkılmasıyla birlikte Mısır’da bazı Şii devletlerin kurulması ve Moğol istilasından sonra ise İlhanlıların İran’da hakimiyet kurmasıyla beraber müntesipleri tarafından sağlam sütunlar üzerine oturtulmaya çalışılan Şii mezhebi için bu evre içtihadın başlangıç dönemidir (Başlangıçtan Muhakkık Kerkeri’ye kadar). 2- Muhakkık Kerkerî’den Muhakkık Nerâkî’ye olan ikinci dönem ise Şii mezhebinin Şah İsmail tarafından İran’ın resmi mezhebi olarak kabul edildiği Safevî dönemidir. Bu dönemdeki en önemli konulardan biri de 12 imam dışındaki birinin saltanatına meşruiyet vermek olmuştur. Belki de bu şekilde İran’ın 1979 sisteminin temelleri ta Safevîler döneminde atılmıştı oldu. 3- Kacarların güçlenmesiyle başlayıp İran’da meydana gelen meşrutiyete kadar olan evre. Muhakkık Nerâkî’den başlayıp Muhakkık Nâyînî’ye kadar süren bu dönemde Şii alimleri ilk defa için Velayet-i Fakih hakkında kapsamlı bir şekilde birtakım kaide ve kurallar belirlemişlerdir. 4- Muhakkık Nâyînî’den İmam Humeyni’ye kadar olan evrenin ilk dönemi yani Meşrutiyet Dönemi (1906-1911) bu evrenin en önemli siyasi olaylarından biridir. Çünkü meşrutiyetin ilanına bakıldığı zaman din adamlarının en ön saflarda olduğu görülecektir. 5- 1979’da İran’da köklü bir değişim yapılarak Velayet-i Fakih sisteminin İmam Humeyni kaptanlığında meyve verdiği dönemdir. Bu dönemde mezkur sistemin bir devletin nasıl yönetilmesiyle ilgili erkanları daha da geliştirilmesinin yanı sıra Şii inancındaki kayıp olan 12. İmam Mehdi’nin zuhuruna kadar hep kendisini güncelleyerek bir tekamüle doğru evrilmesi inancı da bu mezhebin müntesipleri arasında belli bir yere kadar sağlamlaştırılmıştır.

Fakat bu inancın daha kaç on yıl süreceği ise meçhuldür zira bir zamanlar devrim sırasında en ön saflarda koşturmuş ama zamanla muhalifleşerek  ülkesinden ayrılmak zorunda kalan bazı İranlı aydınlar tarafından ortaya atılan birtakım teoriler şu anda İran’daki sisteme karşı alternatif bir Velâyet-i Fakih sistemini gütmektedir. Bundan dolayı Allah tarafından seçildiğine inanılan halihazırdaki Mutlakiyetçi Velâyet-Fakih yerine halk tarafından seçilen Mutlakiyetçi’siz bir Velâyet-i Fakih’in ilerde farklı bir şiveyle ikinci bir İmam Humeyni tarafından icra edilmesi de olası bir ihtimaldir. Çünkü yukarıda tarihi özetlenen Velayet-i Fakih sisteminin hangi evrelerden geçip günümüzdeki halini aldığını gördük. Allah’ın “bugün dininizi tamamladım” Kur’an’daki beyanatına rağmen Şii mezhebi Sünni mezhebinin aksine İmam Mehdi’nin meydana çıkmasıyla bu ayetin hükmünün olacağını söylemektedir. Bundan dolayı hep güncellenen bir mezheple karşı karşıyayız. Velâyet-i Fakih’in ilerde farklı bir şiveyle ikinci bir İmam Humeyni tarafından icra edilmesinin de olası olduğunu söylemem bundan dolayıdır.

Bu durumu göz önünde bulundurduğumuzda Şiilere göre yüzyıllarca çetin dönemleri arkasında bırakıp bugünlere gelen bir sistemin olduğu bir ülkede acaba gerçek anlamda Batı’nın demokrasisini kabul eden bir yönetim şeklini tasavvur etmemiz mümkün müdür? Tabii ki de hayır!

Şimdi de bu yazıyla bağlantılı olarak 22 Behmen dolayısıyla devrimin yıl dönümünde Tahran Azadî Meydanı’nda halka konuşma yapan Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin sözlerinin ülkemizde nasıl da karşı bir devrim olarak algılandığına bir bakalım.

11 Şubat 2018’de yakın komşumuz olan İran’da İslam Devrimi’nin 39'uncu yıl kutlamaları vardı. Yarım asra yakın bir zaman dilimi. Dile kolay tam bir ömür. 1979 ve öncesi doğumluların hayatından bir ömür geçmiş, geçmiş ama beraberinde ne götürmüş peki? Belki de asıl sorulması gereken soru budur? Biz Türk vatandaşları olarak İran’da yaşanılanları tam anlamıyla idrak edemeyebiliriz zira İran’da yaşamıyoruz. İran’da yaşamadığımız için de oradaki siyasal, kültürel ve toplumsal olaylar hakkındaki bilgilerimiz de maalesef sosyal medyadaki bilgi kırıntılarının ötesine geçmiyor. Tabi haliyle İran’da küçük bir olaydan karşı devrim çıkarmak da pek kolay olabiliyor. Sadece son bir yıl içinde Türkiye’de İran rejimi aleyhinde herhangi bir devrimin olma ihtimali üzerine yüzlerce yazı yazıldı-çizildi.

Son olarak devrim yıl dönümü dolayısıyla Azadî Meydanı’nda konuşma yapan Hasan Ruhani’nin bazı konular hakkında yaptığı referandum çağrısı, bizim ülkemizde hemen de bir devrime dönüştürüldü. Anlaşılan Ruhani’nin sözleri İran’dan Türkiye’ye geçerken bazı cümleleri sınırda tellere takılı kalmış. Bunun birinci karinesi ise Ruhani’nin bu meyanda serf ettiği cümleleri arasından sadece referandum kelimesini alıp bunu İran’da sistem değişikliği için yapılan bir referandum çağrısı gibi anlamaktır. Kutlamalara katılan biri olarak Hasan Ruhani’nin konuşmasını izlediğimde hiç de gerçek bir referandum çağrısında bulunduğunu söyleyemem. Hadi gerçek anlamıyla bir referandum çağrısında bulunmuş olsun. Peki ama nasıl oluyor da iç siyasetle ilgili bir reform çağrısı ülkemizde bir devrim çağrısına dönüşüveriyor veya yerini yönetim değişikliği çağrısına alıyor? Niye bu kadar kendimizi yoruyoruz? İlla ki bir reform yapma arzumuz varsa eğer, bulunduğumuz yere harcayalım enerjimizi. Neden el alemin ülkesine karışma gibi bir isteğimiz bu kadar fazla?

Bu yazıyı yazdığım sırada İran'daki Gonâbâdî Tarikatı'nın mürşidi Meczup Ali Şah lakaplı Nur Ali Tabende'yi ülkede son yıllarda meydana gelen camii, mescit, Hüseyniye gibi dinî yerleri ateşe verme eylemleri olan "restart"a destek verdiği iddiasıyla Tahran'ın kuzeyinde bulunan evinde sivil polisler tarafından gözaltına alınmak istendi. Buna karşılık olarak da şeyhin müritleri polislerle çatıştı ve bu çatışmanın sonucunda da beş kişi (3'ü polis ve 2'si devrimin sivil gücü olan Besic) ölmüş, onlarca kişi yaralanmış ve yüzlerce kişi de tutuklanmıştır. Bu İran'ın iç siyaseti açısından büyük bir vakadır ama bundan bir devrim çıkarmak İran'ı bilmemektir. Evet, bu olaylardan önce de İran’da İnkılap Kızları (Bu olay genel itibarıyla Tahran’ın meşhur İnkılap Caddesi’nde yaşandığı için bu isimle anılmaktadır) olarak anılan kadınların zorunlu başörtüye karşı telefon veya elektrik panolarının üstüne çıkıp başörtülerini bir çubuğun ucuna bağlayarak protesto etmelerini de İran’da devrim oluyor şeklinde anlıyoruz. Bu başörtü olayı da 28 Aralık 2017’de başlayan halk protestoları gibi soğuduktan sonra bunun yerini farklı eylemler alınca herhalde onlar için de İran’da devrim oluyor diyeceğiz. Bu halimize ağlayalım mı gülelim mi, bilemiyorum. Bildiğiniz gibi İran’da 28 Aralık 2017’de başlayıp on gün bile sürmeyen halk protestolarını da yeni bir devrimin başlangıcı olarak anladık. Bu yakın bir zamanda yaşadığımız bir örnekti ve daha yakın bir zamanda yaşadığımız başka bir örnek ise yukarıda da bahsedildiği gibi 11 Şubat 2018’de Ruhani’nin ülkenin iç siyasetini iyileştirme adına yaptığı referandum çağrısı. Bu mezkur tarihte Hasan Ruhani’nin ülkenin iç politikalarına yönelik yaptığı eleştiri ve referandum çağrısı zihinlerimize ülkenin yönetim şeklini değiştirmeyi esas alan bir referandumu çağrısı olarak kazındı. Bizde niye böyle hava yarattı, biz niye bu çağrıdan bir devrim çağrısı çıkarttık gibi sorular için herhangi bir cevap arayışına girmeyeceğim. Fakat yapılan referandum çağrısının neden bir yönetim değişikliği çağrısı olmadığı üzerinde durmak istiyorum:

Bir; Hasan Ruhani’nin referandum çağrısı ülkedeki yanlışların düzelmesine yönelikti. İki; İran’da Şii-İslam ideolojisine dayalı bir yönetim var olduğu için bu referandum çağrısı müesses nizam lehine dahi olsa günümüz şartlarında bunu kabul etmesi düşünülemez ve müesses nizamın kabul etmediği hiçbir şey de olmaz. Üç; ülkedeki cenahların etkisine bakmak gerekir. İran’daki cenahların çoğunluk ve güç bakımından sistemdeki etkilerine dikkat ettiğimizde bu referandum çağrısının yine mümkün olmadığını görüyoruz. Çünkü şu an İran’da üç ayrı cenah bulunmaktadır: Muhafazakar, reformist ve referandomist. Bunlar arasında en güçlü olan tabii ki de muhafazakarlardır ve reformistler de ülkenin düzelmesini isteyip ama kendi rahatlıklarından vazgeçmeyen muhalefet takımıdır. Referandomist kesim ise en güçsüz cenahtır. Fakat halk olarak ele aldığımızda ülke nüfusunun büyük bir çoğunluğunu oluşturmaktadır.

İran’daki baskın olan bu üç grubu anlama ve bu ülkenin gelecekteki durumunu kestirebilme adına “tarih devr-i daim tekerrürden ibarettir” sözünü örnek vermenin çok yerinde bir detay olacağını düşünüyorum. Bu detay için de Tahran Üniversitesi Hukuk ve Siyasal Bilimler Fakültesi’nde siyaset bilimleri alanında ders veren Prof. Dr. Sadık Zibakelam’ın İran toplumunun oluşmasına katkı sağladığına inanılan dört tespitine bir bakalım:

1-İslam’dan önceki İran kültürü, 2-İslam-Şii sentezinden meydana gelen kültür, 3-Fars dili, edebiyat, tarih (Selçuklular, Gazneliler, Safeviler) kültürü ve 4-Son iki yüz yılda Batı’nın etkisinde meydana gelen kültür. Bu değerlendirmeyi katıldığı bir tartışma programında yapan Sadık Zibakelam’ın karşısında bir araştırmacı da şöyle bir değerlendirmede bulunmuştur: İran kültürünü tehdit etmiş dört tarihi olay: 1-Helenistik saldırı, 2-Moğol saldırısı, 3-Arap saldırısı ve 4-Batı saldırısı.

Yazıyı özetlersek;

Bu iki değerlendirmeyi incelediğimizde İran’ın son yüz yıl tarihi için şöyle bir sonuca varmak mümkündür: İran, Pehlevî Hanedanlığı döneminde Sasani İmparatorluğu dönemine hasret bir ülke olarak kuruldu ve yaşadı; yani 1925-1979 yılları arasındaki İran'ın devlet ideolojisi eski büyük gücüne kavuşmaktı. Tabii devletin benimsediği veya benimsemeye çalışıp ama başaramadığı yönetim şekli ise laiklikti. 1979’dan günümüze kadar ise İran, varlığını dinî bir ideoloji çerçevesinde devam ettirdi, ettiriyor. Bundan sonra ise İran’ın tekrar laik bir sisteme doğru gitme ve evrilme ihtimali söz konusudur. Öte yandan İran İslam Devrimi’ni, İnkılabı'nı, İran’da zaman zaman meydana gelen protestoları ve Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani gibi siyasetçiler tarafından yapılan kritik açıklamaları birbiriyle ilintili konular olarak değerlendirmek gerekir. Çünkü devletin yönetim ideolojisi Velâyet-i Fakih’in gölgesindeki Safevî Şiiliği inancıdır ve devletin sahipleri veya söz söyleyenleri de bu inanca bağlı kişilerdir. Devletin muhalefeti de yine devletin gölgesinde yaşayan bir kesimdir. Bu iki grup karşısında yer alan yeni bir grubun daha ortaya çıktığını da ifade edebiliriz: Halk. Halkın çoğunluğu ise bu iki gruba artık güveni kalmadığından dolayı referandomist olarak niteleyebileceğimiz yeni bir cenah oluşturmuş durumda. Nitekim bu grup bunu 28 Aralık 2017’de yapılan protestolarda da “ne Muhafazakarlar ne de reformistler artık iş bitmiştir” diyerek İran İslam Cumhuriyeti yerine İran Cumhuriyeti’ni esas alan bir siyasî ve toplumsal düşünce ekolü oluşturma eğilimindeler. Bunun başarılı olup olmayacağı ise ancak zamanla anlaşılabilir. Fakat İran Anayasası’na göre bu grubun varlığı darağacındaki birinin bedeni gibi ber-bad’dır.