'Reyonlar Arası'nda: Bir sahne nedeniyle unutamayacaksınız!

Berlin Film Festivali’nin son Alman filmi ‘In den Gaengen/In the Aisles’in kahramanları süpermarketin işçileri olan sıradan insanlar.

Google Haberlere Abone ol

Ahmet Boyacıoğlu

BERLİN - Berlin Film Festivali’nin sonuna yaklaşırken yarışmadaki dördüncü ve son Alman filmi ‘In den Gaengen/In the Aisles’ gösterildi. Türkçeye çevirisi biraz sorunlu. ‘Aisle’ koridor anlamında kullanılıyor, ancak film bir süpermarkette geçiyor ve sözcüğün bir anlamı da reyon. Aslında reyon da Türkçe değil ama ‘Reyonlar Arasında’ herhalde en doğru(dan) çeviri olur. Filmin yönetmeni Thomas Stuber 1981 doğumlu ve bu güne kadar yaptığı filmlerle birçok ödül kazanmış.

‘Reyonlar Arasında’ bir roman uyarlaması. Genelde edebiyat ve sinema pek birbirlerine yakışmazlar, arada bir kan uyuşmazlığı ortaya çıkar ve sonuçta edebiyat uyarlamaları başarısız olur. Burada ise durum farklı. Senaryo çok iyi yazılmış ve öyle güzel ayrıntılar içeriyor ki şaşırmamak elde değil. Film, Almanya’nın (daha az gelişmiş olan) doğusundaki küçük bir kentte, bir süpermarkette geçiyor. Kahramanlarımız süpermarketin işçileri olan sıradan insanlar. ‘Reyonlar Arasında’ üç karakter üzerine kurulu. İçine kapanık, pek konuşkan olmayan Christian, süpermarkette işe başlıyor, görevi raflarda eksilen içecekleri depodan çıkartıp yerlerine koymak. Deneyimli işçi Bruno ona yardımcı oluyor ve yapacağı işi öğretiyor. Bir baba figürü olarak ortaya çıkan Bruno’nun da birçok sorunu olduğunu film ilerledikçe öğreniyoruz. Şekerleme bölümünde çalışan Marion ile Christian arasında bir yakınlaşma oluyor. Marion’un mutsuz bir evliliği olduğunu bütün işçiler biliyor ve bir şekilde hepsi Christian ile Marion arasında bir ilişki gelişmesini istiyor.

'İŞÇİNİN ÇOCUĞU İŞÇİ OLUR' İLK KEZ DİLE GETİRİLİYOR

‘Reyonlar Arasında’ oldukça uzun bir film: 125 dakika. Çoğu zaman filmin süresi uzadıkça izleyicinin ilgisi azalır, ancak karşımızda yavaş temposuna karşın son derece ilginç bir film var. Bir işçi arkadaşına oğlunu şikayet ediyor. ‘Benim oğlan delirdi. Üniversitede okumak istiyor. ‘Önce bir meslek öğren de hayatını garantiye al’ diyorum, dinlemiyor’. Almanya’da (genelde) işçinin çocuğu işçi, doktorun çocuğu da doktor olur. Tuhaf bir şekilde herkes bu sosyal gerçeği kabullenir. Ancak şimdiye kadar hiçbir filmde bunun dile getirildiğini görmemiştim.

Bir parantez açıp bir Almanya gerçeğinden daha söz edelim. Ülkede her gün tonlarca yiyecek maddesinin ‘son tüketim tarihi yaklaştığı için’ süpermarketler tarafından çöpe atıldığını, bu çöplerden yiyecek almak isteyen fakir insanlara da (evet, Almanya’da da çok sayıda fakir insan var) izin verilmediğini biliyor muydunuz? Filmde bu konu da işleniyor. Süpermarket çalışanları çöpe attıkları yiyeceklere dokunmamaları, aksi takdirde işten atılacakları konusunda uyarılıyorlar, ancak film ilerledikçe çalışanların bu uyarıyı çok ciddiye almadıklarını izliyoruz.

1960’larda izlediğim ve hâlâ anımsadığım filmler var. Bir filmi bazen sadece içinde geçen bir cümle, ya da bir sahne nedeniyle unutamazsınız. ‘Reyonlar Arasında’nın son sahnesi de pek unutulacak gibi değil. Bakalım jüri bu filmi nasıl değerlendirecek?

Bernal'in 'Müze'si...

Gael Garcia Bernal’in hem oynayıp, hem de yapımcılığını üstlendiği Müze (Museo/Museum) Mexico City’deki Ulusal Antropoloji müzesini soyup, Kral Pakal’ın ölüm maskesi dahil, İnka’lardan kalan ve kutsal sayılan birçok eseri çalan iki gencin öyküsü. Soygun bütün ülkede nefretle karşılanıyor ve vatan hainliği olarak değerlendiriliyor. Basın soygunun tarihi eser kaçakçılığı yapan büyük bir çete tarafından gerçekleştirildiği konusunda hemfikir. Üstelik çalınan eserler paha biçilmez, başka bir deyişle satılamaz cinsten. Sonuçta kahramanlarımız ne yapacaklarını bilemez halde önce Maya medeniyetinden arta kalan mabetlere, arkasından da ünlü turistik kent Acapulco’ya gidiyorlar. 2014 Yılında Berlin Film Festivali’nde En İyi İlk Film Ödülü’ü alan Alonso Ruizpalacios’un yönettiği ‘Müze’, yer yer Meksika Turizm Bakanlığı tarafından yapılmış bir tanıtım filmine benziyor. Yine de filmle ilgili iki ilginç noktayı belirtmekte fayda var. 1985 yılında iki üniversite öğrencisi tarafından böyle bir soygun yapılmış. Ayrıca soygundan sonra müzeye gelen ziyaretçi sayısında büyük artış olmuş ve salonlar boş vitrinlere bakan insanlarla dolmuş.