Yaşam

Hayat, Her Gün Yeniden Öğrenilmesi Gereken Bir Estetiktir

Mutsuz insan, herkesin mutsuz olmasını ister. Ölümcül zehrini dilinde taşıyan bir engerekten daha tehlikelidir. Çünkü engerek, ancak zorda kaldığında sokar. Ama mutsuz insan, her fırsatta zehrini başkalarının damarlarına akıtmak için tetikte bekler. Hiçbir fırsatı kaçırmaz.

Bir fıkra duymuştum yıllar önce: İki Afrikalı adam yolda yürürken, sihirli bir lamba buluyorlar. Lambadan bir cin çıkıyor ve, “Dileyin benden ne dilerseniz! Ama sadece bir dilek hakkınız var.” diyor. Afrikalı adamlardan birisi şöyle diyor: “Ömrüm boyunca beyaz bir adam olmayı düşledim. Beni beyaz bir adama dönüştürebilir misin?” Cin, “Hay hay!” dedikten sonra adamın dileğini yerine getiriyor ve beyaz adamı uzaklara güzel bir yere gönderiyor. Cin, diğer Afrikalı adama dönüyor ve “Senin dileğin nedir?” diye soruyor. Adam hiç düşünmeden, “Biraz önce beyaza dönüştürdüğün arkadaşımı tekrar Afrikalı yap ve buraya getir.” diyor. Cin, gönderdiği adamı tekrar eski haline dönüştürerek oraya getiriyor ve “Artık benim buradaki işim bitti. İkinizin de dileğini yerine getirdim. Hoşça kalın!” diyor ve bir anda lambanın içine girerek yok oluyor. İki Afrikalı adam orada kalıyorlar. Kazandıkları hiçbir şey olmadan, ama çok şey yitirmiş olarak.

İşte bu fıkra bizim toplumu çok iyi açıklıyor.

***

Mutsuz insan, herkesin mutsuz olmasını ister. Ölümcül zehrini dilinde taşıyan bir engerekten daha tehlikelidir. Çünkü engerek, ancak zorda kaldığında sokar. Ama mutsuz insan, her fırsatta zehrini başkalarının damarlarına akıtmak için tetikte bekler. Hiçbir fırsatı kaçırmaz.

“İyilik, doğruluk, güzellik, sağlık ya da akla karşı sıklıkla gösterilen nefret, hınç ya da kıskançlık duyguları da (tümüyle olmasa da) genellikle yalancının dürüst bir insan, gösterişsiz bir kızın güzel bir kız ya da ödleğin kahraman karşısında duyumsadığı özsaygı yitimi tehlikesi tarafından belirlenir… Üstünlük eğilimi bazen hırs, cimrilik, kıskançlık, gıpta gibi topluluğun iyi karşılamadığı şekillere girer.”[1]

Hep başkalarının mutluluklarını dinamitliyoruz. Hepimiz birbirimizin kopyasıyız ve aynı olumsuz özellikleri taşıyoruz. Bu insan tipi, kendi cehennemini cennete dönüştürmek yerine, başkalarının küçük mutluluklarını kundaklıyor.

Bunlar çoğu zaman tatmin edilmemişlerdir. Başkalarının başarıları karşısında çaba  gösterecekleri yerde, sadece büyük bir kıskançlık duyarlar. Sürekli başarısızlıkla karşılaşmaktan, önemsizliklerini belirtmekten korkarlar.[2]

Tatmin olmayan, olamayan insan hep daha çoğunu ister. Hep diğerinin elindekilere de sahip olmayı diler.

Tatmin olmayan, olamayan insan hep daha çoğunu ister. Hep diğerinin elindekilere de sahip olmayı diler. “Komşunun  tavuğu, komşuya kaz görünür.” derler. Hatta diğerinin hiçbir şeye sahip olmamasını, kendisinin ise her şeye sahip olmasını ister. Böyle bir insan, hiçbir zaman gerçek anlamda mutlu olamayacaktır. Çünkü mutluluğunu başkalarına göre değişen bir durum haline getirmiştir.

Yine tanıdığı birisi her hangi bir konuda başarı gösterdiğinde de, bundan rahatsızlık duyar ve o başarıyı küçültmek, değersizleştirmek için elinden geleni yapar. Deyim yerindeyse çevresinde olan birçok olumlu şey onu mutsuz eder de, olumsuz şeylerden zevk alır hale gelir. Mutsuzluk da ona garip bir zevk vermektedir. Başkalarının mutsuzluğunun, kendi mutsuzluğunu tetiklediğinin farkında bile değildir.

Bu biraz da tamamen bir yarış üzerine kurulu -ki bu yarışın kazananı çok azdır- kapitalizmden kaynaklanmaktadır.

***

Hayat incelik ister ve derinlemesine bir anlayış. Estetikten yoksun bir hayat, içi gazla dolu bir balona benzer. Yükseklere çıktıkça gerginleşir, birazdan patlayacak ve dört bir yana dağılacaktır parçaları.

Spinoza’ya göre, ruhsal sağlık doğru yaşamın bir göstergesi, ruhsal bozukluklar ve mutsuzluklar da, insan doğasının gerekleriyle uyum içinde yaşayamamanın bir sonucudur.

Spinoza’ya göre, ruhsal sağlık doğru yaşamın bir göstergesi, ruhsal bozukluklar ve mutsuzluklar da, insan doğasının gerekleriyle uyum içinde yaşayamamanın bir sonucudur. [3]

Bence ‘insan doğasının gerekleriyle uyum içinde yaşayamama’, insanın kendi kişiliğinden, sahip olduklarından ve olamadıklarından memnuniyetsizliğinin açığa çıkmış bir biçimidir. Günümüz insanı, tatmin olamayan bir insan türüdür. Postmodern insan tipi, tamamen tatminsiz ve mutsuzdur. Kapitalizmin insanları değişik araç ve yöntemlerle sürekli olarak tüketmeye yöneltmesi, insanın içindeki tatminsizliği artırmakta ve gerçekte istemediği şeyleri arzuluyormuş gibi hissetmesine neden olmaktadır.

Bazı insanlar hep yüzeyde yaşar, estetikten ve derinlikten uzakta. Aslında çoğu insan böyle yaşar. Ne yaşadığının farkında bile değildir çoğu zaman. Oysa, hayatın estetiği, her gün yeniden öğrenilmesi gereken bir şeydir. İşte bu nedenle kendimi eğitiyorum. Hayata biraz daha duyarlı yaklaşmaya çalışıyorum. Yapabildiğim ölçüde…

 

Erol Anar

 

Dipnotlar

[1] Abraham Maslow: “İnsan Olmanın Psikolojisi”, Kuraldışı Yayınları, Türkçesi: Okhan Gündüz, İstanbul, Mart 2001, s. 208.

[2] Alfred Adler: “Sosyal Psikolojinin Gelişiminde Bireysel Psikoloji”, Türkçesi: Dr. Halis Özgü, İstanbul, Kasım 2002, Hayat Yayınları, s. 32-33.

[3] Erich Fromm: Sahip olmak ya da Olmak, Arıtan Yayınları, Temmuz 2003, İstanbul, Çeviren: Aydın Arıtan, s. 133.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu