80 yaşında bir demirci ustası

Dedesinin dedesinden başlayıp baba mesleği olan sıcak demirciliğin yanında, annesinin babasından gelen bıçakçılığı da sürdüren Yusuf Zeki Sapmaz, 8 yaşında başladığı bu işi 80 yaşına gelmesine rağmen bilfiil sürdürüyor...

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - “İngiltere'de insanlar Cornwall'daki bakır madenlerine, Londra'daki çan dökümhanesine, Sussex'teki sepet örme merkezine gidiyor. Turistler Malta'daki zanaatçı köyü Ta'ali'de cam işçilerini seyretmeye koşuyor, Antalya'da ise Demirciler Çarşısı yıkılıp, 'modernleştiriliyor'...”

Bu satırlar, Akdeniz Uygarlıkları Araştırma Enstitüsü'nde görev yapan T. Mikail Patrick Duggan'a ait. Duggan, Antalya'nın zanaat merkezinin zamanında hoyratça yok edilmesini şöyle anlatmış:

"Antalya'nın şehir merkezinde, etrafı çınar ağaçlarıyla çevrili, birketten yapılma tek katlı dükkânlarda terzilerin ve ayakkabı tamircilerinin yanında çarık ve yemeni ustaları, bir semerci, birkaç yorgancı, lehimciler, demirciler, bakırcılar ve nalbant Ali Hamamcıoğlu görülebilirdi. Demirciler Çarşısı’nın Ağustos 2008’in ilk iki haftasında gerçekleştirilen yıkımı, restoratör ve modernleştirici kisvesi altında çalışan emlak spekülatörlerinin ve inşaat müteahhitlerin 2002’de başlattığı kasıtlı yıkım savaşının başarısıdır.

Büyükşehir Belediyesi, 2008’de 9 milyon turisti ağırlamayı hedefleyen Antalya’da, geleneksel demircilik zanaatının görülebileceği son yeri, bile isteye yok etmeyi seçti. Bu, geleneksel kültür ve mirasın korunması ve yaşatılması konusundaki büyük anlayış ve bakış açısı farkını gösteriyor. Halkın zihninde yer eden bir atölye yaratmak için birden çok kuşağın geçmesi gerekiyor. Demirciler Çarşısı yıkıldıktan sonra yerel halk, onun yerinde yeller estiğini fark edip, çocukluklarından hatırladıkları bir yerin daha Antalya şehrinden silindiğini görüp şaşkınlığa uğradı."

İşte bu çarşıda, ta 1939'da dedesinin kiraladığı dükkânda demircilik yapıyordu Yusuf Zeki Sapmaz. Şimdi ise restore edilmiş çarşıda 9 senedir ayakta kalmaya çalışıyor. Üstelik yenilenme sonrası kiralar da 5-6 katına çıkmış ve bununla ters orantılı olarak işler iyice azalmışken. “Hem babam hem de dedem ömrünü o dükkânda bitirdi. Ben de 15 sene geçirdim orada. Şimdi orayı yıktılar, buraya getirdiler,” diye başlıyor söze Yusuf Amca ve devam ediyor:

Yusuf Zeki Sapmaz

“70 senedir demircilikle, inşaatçılıkla uğraştım. Antalya'da doğdum. Bugünlere geldik. 120 sene olmuş dedem geleli ve bir daha gitmemiş. Dedemin dedesinden bu yana, babam da dahil hepimiz ömür boyunca sıcak demirciyiz. Bundan dolayı biz bunu babamızdan öğrendik. Öğrendiğimizin yanına kendimiz de bir şeyler kattık tabii, öğrenmekle kalmadık. Annemin babası da bıçakçı idi.

“Gençlikte çalışırken bir gün annem bana 'oğlum neden bıçak yapmıyorsun' dedi, 'hiç olmazsa Kurban'da bıçak yap da dedenin de ruhu şad olsun.' O zamanlar, o gençlikte es geçtik. Ama sonra ağır ağır durulmaya başladık. Zamanla işlerin zorluklarında fazla çalışamayacak hallere geldik. Şimdi hem iki dedemin hem de babamın mesleklerini devam ettiriyorum. Onlar da huzur duyabiliyorlarsa ne mutlu bize!”

“Nüfusta 1940 doğumluyum ama ben 1938 yılında doğmuşum. Onu da şuradan öğrendim: Biz delikanlı iken yaş günü kutlamaları çıktı. Annemi sıkıştırdım, dedim 'bana esas doğum günümü söyle, yaş günü yapacağım.' 'Oğlum ne bileyim ben, seneler geçti. Yalnız şunu biliyorum, Atatürk ölmüş biz de yas tutuyorduk.' Bu kadarlık bilgi var işte, başka yok,” diyen Yusuf Amca önümüzdeki ay 80 yaşını devirecek olmasına rağmen halen bilfiil çalışmakta. Sabahları gelip taş ocağında demirleri ısıtıyor ve onlardan çeşitli eşyalar üretiyor. Yusuf Amca hem okula hem de mesleğe aynı zamanda başlamış:

“8 yaşına kadar güldük, oynadık, koştuk; çoğu çocukluk vazifemizi yaptık. 8 yaşına geldiğimde bir yandan okula başladım, bir yandan da dükkâna gelip körük çekmeye başladım. Sabahleyin körüğü çekiyorsun, iş kolayladı mı 'hadi sen git' diyorlar. Koşturarak gidiyorum okula, tabii elim yüzüm terli, karalı. Öğretmen bakıyor, oyundan gelen bir insan değilim. 'Geç, yerine otur' diyor. Böyle böyle 5 sene okudum.”

İlkokul bitince bir tamircinin yanına çırak olarak verilen Yusuf Amca orada çalışırken babası gelir ve oğlunu eve yollamak ister: “Babam eve zerzevat yollayacaktı. Benim usta da dedi ki 'oğlanın işi var, kendine bir hamal tut.' 'Ulan,' dedi babam 'benle mi yaşattın oğlanı' ve aldı kendi demirci dükkânına getirdi. Ama sinirlendiği zaman, kızdığı zaman kovardı. Kovduğu zaman da inşaatlara giderdim, i̇nşaat demirciliğinde uğraşırdım. Oradaki ustam da babam tekrar çağırdığında bana 'git' derdi, 'baban kovduğu zaman da geri gel, işin hazır burada.'”

Peki, babası neden kızarmış bu kadar? Şöyle yanıt veriyor Yusuf Amca: “Kızmasının sebepleri basit. Mesela çekici kaktırarak vurursan kıskacı elinden düşürürsün veyahutta tam denk getiremedim, üstüne vuramadın, yana kaydı. İşte babamın kızmasına sebep. Hani ona karşı gelip de onu kızdırdığımdan değil. Davalar öyle.” Yani ustanın hayatı çalışmakla geçmiş. Acaba hiç serserilik yapmayı düşünmedi mi gençliğinde? “Serseri olabilmen için dayak yememiş olman lazım. Bizim ustalarımız en ufak bir hatada bize tokat atabilirlerdi. O disiplin şimdi yok. Olmadığı için de biz kabuğumuza çekilmek zorundayız,” diyor Yusuf Amca.

Yine de askere gidene kadar izin günlerinde eğlenirlermiş. Fakat askerde bunun üzerine düşünmüş ve döndüğü gün kendisinin geri dönüşünü gazinoda kutladıkları arkadaşlarının geceye bir barda devam etme tekliflerini geri çevirmiş: “O gün bir değişim başladı. Arkadaşlarıma dedim ki, onu yapacağımıza sinemaya gidelim. Artık zor kazandığımız paraları kolay ve boş yere harcamak istemedim. Yaklaşık 15 kişiden dörde düştük. O dört arkadaştan da sonra ikiye. Ama onlar hayat boyu yoldaş oldular bana.”

Benim gittiğim gün Yusuf Amca demirden maşalar yapıyordu. Dedim ki, “artık soba da kurulmuyor.” O da “Soba yok da, pikniğe gidiyorsun, mangal yakıyorsun, orada lazım. Lokantacılar da ızgarada kullanmak için alıyor,” dedi. Yine de çok kısıtlı bir satış imkânı. “Eski günlerde bütün çiftçilerin işlerini biz yapıyorduk. Şimdi bir tane çiftçi gelip bizden bir çapa almıyor. Tamam, tarım bölgesi ama ara çapa için makine çıktı, arazi çok büyükse de traktörün arkasına takıyor. Biz çapayı kime satacağız? Evinin önünde 200 metre bir yeri olanlar 'oraya bir ağaç dikeceğim' derse bir çapa ağlıyor. Hobi olarak oynayacak olanlara satıyoruz. İş yok tabii, olur mu? İşin olması için hareket lazım,” diye anlatıyor Yusuf Amca.

Antalya tarıma hayli elverişli bir bölge. Ancak 1983'te memlekete gelen neoliberal politikalar sonucu turizme yatırım yapılıyor ve şehrin yapısı tamamen buna göre değişiyor. Yusuf Amca, “Burası turizme çok elverişli ve güzel bir memleket. Burada yaşadığımız için cennette yaşıyormuş gibi seviniyoruz da biz. Ama şöyle bir şey oldu: Mesela, Lara'dakilerin ismi neydi biliyor musun? Şalgamcılar. Yani turp, biber, maydanoz eken insanlardı oradakiler. Şimdi hepsi arsa zengini oldu. 20 tane daire sahibi olmuş bir adam gider de salatalık ekmekle uğraşır mı? Sebzecilik buralardan köylere geçti. Köylerde de arazi geniş olduğu için makineli tarım gelişti. Bizim burada turistten de olsun, diğer kişilerden de olsun elimize geçen bir şey yok. Turist geliyor, buradan bir şeyler beğeniyor ama ağırlık olacağı için uçakta ekstra para ödeyeceğini bildiğinden bir şey almadan gidiyor. Adam bilmiyor mu hesabını? Zaten turist buraya niye geliyor ki, ucuz olduğu için geliyor. Onun bir lirası burada dört lira,” sözleriyle anlatıyor bu değişimin onu da etkileyen özetini.

Orada bulunduğum saatlerde bırakın bir satışı, tek bir kişi bile dükkâna uğramadı. Peki, Yusuf Amca neden hâlâ bir sürü şey yapıyor? “Ama bunları yapmazsan ne olacak? Her gün burada miskin miskin yatarsan körelirsin. Emeklilerin çoğu niye çöküyor, hiçbir şey yapmadığı için. Gelip burada kıpırdanırsan kendine bir meşgale bulmuş oluyorsun,” diye yanıtladıktan sonra devam ediyor: “Şu bıçaklar kendi imalatım. Paslanmaz çelikten, ocakta dövdüm. Çeliklerin içerisinde yuvarlacıklar vardır. Dövüldüğü zaman o yuvarlacıklar yatay olur. Öyle oldu mu da bıçak daha fazla keser. Ama bunların albenisi olmadığı için çok çok nadir gelip alıyorlar. Bizim durumumuz da işte o bıçaklar gibi.”

Yusuf Amca'nın son sözleri bizlere. Kıymetini en az bildiğimiz zamanı doğru kullanmayı bilmek ve çalışmaktan yüksünmemek gerektiğini söylüyor:

“Birinci olarak televizyon, ikinci olarak cep telefonu, saatlerini alıyor bir gencin. Bence kitap okumaya çok ehemmiyet vermeleri lazım; bilgisayara, cep telefonuna değil. Güzel mevzuları anlatan kitapları araştırırlarsa derinlemesine bilgi sahibi olurlar.

"Aletler nasıl kullanılıyor, nasıl çalışıyor; bunlarda bilgi sahibi olursanız yarın iyi bir yerde işiniz olur. Ama 'ben bunu bilmiyorum, ben bunu yapamam' derseniz bir de bakmışsınız ki yolda kalmışsınız. Yolda kalınca da kimse seni tanımaz. Böyle şeylere dikkat ederlerse bugünün gençleri yarının büyük adamı olurlar.

"Eğer ki biz babalarımızın öğrettiği ile kalsaydık şimdiki devire ayak uydurabilir miydik? Bizden sonra gelenler daha kolay mı yaşayacak? Hayır, daha zor yaşayacak. Mesela şimdi senin elindeki gibi aletler var; konuştuğumuzu alıyor. Benim cebimde bir telefon var sadece 'alo' diyorum. Diğer türlü aletleri kullanmaya kafamdaki bilgi yetmiyor. Ama sizler bizleri geçmiş oluyorsunuz. Geçerken de zanaatte bir şeyleri yerleştirmeye çalışın.

"Şimdi bu yaşamın içerisinde tabii ki çok zorluklar var. Azim etmedikten sonra, çalışma zevkini kendinde bulamadıktan sonra bu hayat çok zor olur oğlum. Onun için her gence tavsiye ederim ki, çalışmayı sevsinler. Yalnız top oynamakla, yalnız koşturup terlemekle hayat kazanılmaz. Bunların yanında bir şeyler görmeye, bir şeyler yapmaya, bir şeyler icat etmeye çalışmalı. Bütün çalışılan yerlerde, fabrikalarda olsun, atölyelerde olsun, 'bu adam ne yapıyor ya' deyip de geçerse o yarın bocalar kalır hayatta. Bocalamaması için ustası elindeki işi nasıl yapıyor, ona çok büyük bir dikkatle bakması lazım. İkinci olarak, 'bunu ben yaparsam daha iyi nasıl yaparım' diye muhakeme etmesi lazım.”

Yusuf Amca bunları işkembe-i kübradan sallamıyor; 80 yıllık ömrünün 72 yılını verdiği ustalığından çıkarıyor. Öyle olmasa, çoğu zanatkârın bırakıp gittiği bu tabelada tarihi olan çarşıda, bugün ayakta kalmayı nasıl başarabilirdi?

Bir aile küllerinden doğuyorBir aile küllerinden doğuyor