MİNEZ BAYÜLGEN
Toplumdaki ‘sıkıntı duygusu’, Türkiye’de ilk kez akademik bir çalışmayla yüz yüze görüşülerek araştırıldı. Araştırmayı yapan Osman Özarslan, özellikle erkeklerle ilgili çarpıcı sonuçlara ulaştı.
Sıkıntı duygusu üzerinden eğlence dünyasını inceleyen yazar, “Türkiye’de toplum çok sıkılıyor. Özellikle erkekler, kadınlardan daha fazla sıkılıyor. Bu duyguyu aşmak için de çok şizofrenik bir hayat sürüp, gece hayatına dalıyorlar” diyor.
İletişim Yayınları’ndan çıkan üçüncü kitabı ‘Hovarda Alemi: Taşra’da Eğlence ve Erkeklik’te, erkeklerin ve kadınların dünyasını anlatan Özarslan ile konuştuk.
‘Bizim toplumda kadınlar değil, erkekler sıkılıyor’
Toplumdaki sıkıntıyı araştırdınız. Türkiye’de insanlar çok mu sıkılıyor?
Evet, çok sıkılıyor. Sıkıntı bu toplumun kaderi!
Niye sıkıntı bu toplumun kaderi?
Türkiye büyük bir taşra. Şehirde günlük koşuşturma içinde olan insanların da, köydeki insanların da sonuçta yapacakları şeyler çok sınırlı. Dolayısıyla her ikisi de yaşamın bu sınırlılık halinin getirdiği sıkıntıyı benzer bir biçimde hissediyorlar. Yalnız taşrada bir fark var.
Nedir o fark?
Taşrada insanlar, yaşamlarının çok sıkıcı olduğunu şehirlilerden daha çabuk kavrıyor.
Peki, bizde kadınlar mı daha çok sıkılıyor, erkekler mi?
Erkekler daha çok sıkılıyor. Yıldırım Türker’in dediği gibi “Sıkıntı erkeğin kronik rahatsızlığıdır” bizde.
Niye erkekler hayattan daha çok sıkılıyor?
Sıkılmak için epey zamanları var. Çünkü taşrada çalışmayan erkek sayısı çok. Ümidini sosyal yardımlara bağlayarak yaşayanlar da bir hayli fazla. Yaşadıkları sıkıntı ve sıkışmışlığın çaresini gece hayatlarında arıyorlar. Sabahın erken saatlerinde kendilerini evden atıp, en geç vakitte eve dönmenin peşinde erkekler. Kadınlarsa kendilerini oyalamasını daha iyi beceriyor.
Sizin yaptığınız araştırmaya göre erkekler nasıl eğleniyor ya da eğlenmeye çalışıyor?
En temel eğlence kahvehane. Üç-beş arkadaş, tercihen TOFAŞ marka bir arabayı dere kenarı ya da ormanlık alana çeker ve içerler. Gecenin ilerleyen saatlerinde de gazinoya, çakır keyif giderler. Buradaki amaç geceyi ucuza kapatmaktır. Ancak gazinoda sahneye kadınlar da dahil olunca bu kez “Ben içerim, içerim yıkılmam” demeye başlarlar ve daha fazla içerler. Tabii bu arada başka tuhaflıklar da yaşanır. Örneğin bir baba 12 yaşındaki oğlunu bile gazinoya götürüyordu.
Neden?
İki sebebi var. Birincisi, “Oğlum erkek olmayı öğrensin”, ikincisi de çocuğun derslerinin kötü olması ve babasının, “Bak, düzgün çalış, seni daha sık gazinoya getireyim” diyerek onu motive etmeye çalışması.
‘Gece hayatı AK Parti ile daha da arttı’
Siz, toplumda ve taşradaki ‘sıkıntı’ duygusunu, memleketiniz Burdur’un Çavdır ilçesinde tek tek insanlarla konuşarak araştırdınız. “AK Parti döneminde gece hayatı daha renklendi” diyorsunuz. AKP ile ne değişti?
Hasan Hüseyin’in bir şiiri vardır; ‘Dışı yeşil yeşil, içi kırmızı’ diye… AK Parti güya içki, sigara ve narkotiği yasaklamaya uğraşıyor. Önceden rakıyı sadece Tekel üretiyordu şimdiyse 16 tane rakı fabrikası var. Düşünün, 80’li yıllarda Çavdır’da narkotiği kullanan bir kişi vardı şimdiyse bırakın kaç kişinin kullandığını, taşrada uyuşturucu yaşı ortaokul düzeyinde!
Nasıl olabiliyor bu?
AK Parti yerel yönetimleri keyfi davranır. Örneğin polis gazinoya gelir ve para cezası keser. O cezanın yürürlüğe girmesi için belediye meclisinin onayı gerekir ama genelde bu cezalar onaylanmaz.
Niye?
Küçük yerlerde polis, devleti temsil eder. Kimseyle yüz göz olmaz. Belediye başkanının anası, babası, aile mezarlığı buradadır. Ceza kesilen mekanın sahibi onun komşusu, arkadaşı olabilir. Hiçbir şeyi de olmayabilir ama bir sonraki belediye seçimlerinde en azından seçmenidir.
‘Şehirli erkeklerin çoğu birer Kolpaçino’
“Meyhanelerin ortadan kalkması ve konsomatrisli gazinoların başlamasıyla erkekler arasındaki akşamcı dostluğu da muhabbet de bitti” diyorsunuz. Erkekler birbirleriyle dost değil mi artık?
Erkekler artık gazinolarda avlanıyor, bu yüzden de aralarında başka türlü düşmanlıklar baş gösteriyor. Araya kadın figürünün girmesiyle rekabet etmeye başlıyorlar. Sonra da, ‘erkeklik kitabı’nın bütün teamüllerini yerler altına alıyorlar.
Yaptığınız araştırmada, “Geceden bakıldığında erkeğin gündüzü yalan, gündüzden bakıldığında gecesi yalan” diyorsunuz. Bizim toplumda hayatı parçalanmamış, gecesi gündüzü aynı olan ‘gerçek’ erkek pek yok mu?
Bence kentte de taşrada da böyle erkeği bulmak çok zor. Gündüz muhafazakar, gece hovarda olmak tabii ki şizofrenik bir durum. Bakın, kentlerdeki erkeklik biçimini en iyi ‘Kolpaçino’ film serileri anlatıyor. Araba satan, işletmecilik yapan tipler ve onların ilişkileri… Bence kentli erkek ‘Kolpaçino’dur.
‘Erkekler şizofreni yaşıyor’
Erkeklerin, yaşadıkları bu şizofreniyi “Caminin yeri ayrı, meyhanenin yeri ayrıdır. Üçkağıtçı bir dindar olmaktansa dürüst bir ayyaş olmak iyidir, yeter ki niyet salih olsun. Kul hakkı yemedikten sonra kimseye değil, Allah’a hesap verilir” diye açıkladığını yazıyorsunuz kitabınızda. Taşrada böyle hoşgörülü İslam anlayışı gerçekten var mı?
Var. Gece hayatındaki erkek şöyle der: “Kendimi satmadıktan, karı satmadıktan sonra gerisi Allah ile benim aramda. Ayyaşsam da bunu açık açık yaşıyorum. ‘Bazıları’ gibi gidip oğlan çocuklarına tecavüz etmiyorum, çalmıyorum. Ben Allah’ın indinde onlardan daha muteberim.”
Toplamda yaşanan sıkıntıyı oluşturan etkenler arasında, Cumhuriyet’le birlikte tekke ve zaviyelerin kapatılmasını sayıyorsunuz. Eğer bu yerler kapanmasaydı erkekler sıkılmaz mıydı?
Tekke ve zaviye kültürü, sıkıntı dediğimiz şeyi bir varoluş biçimi olarak insana deneyimlettiren, böylelikle çiğ insandan kamil insana doğru bedeni ve ruhu yolculuk ettiren bir süreçtir. Zaviye, köşe demektir. Münzevilik de bir köşede beklemek demek… Dolayısıyla bekleyen insan sıkılacağını bilir ve bile bile bu çileli yola girmeye talip olur. Bu da iradedir. Cumhuriyet, insani bir varoluş biçimini kapattı. Ve bu sıkıntı artık miskinlik haline geldi.
Erkeklerin gece hayatında rekabet içinde olduklarını söylüyorsunuz. Pek, ya gazinodaki kadınlar arasındaki rekabet? Onların arasında bir yarış yok mu?
Kadınlar gece hayatında daha dayanışmacı. Adı konulmamış ortaklıklarla hareket ediyorlar. Mesela bir kadın kasabaya gittiğinde diğer kadın arkadaşlarına, “Hadi gelin ortam güzel, para iyi, mekancı iyi” diyerek, çağrı yapıyor. Ya da birkaç erkekten oluşan yağlı müşterinin masasında otururken, diğer kadın arkadaşını davet ediyor. Kendi tabirleriyle, ortam ‘mezbahaneye’ döndüğü anda erkekleri kesiyorlar ve çok ciddi paralar dönüyor.
‘Konsomatrisler, kasabalarda rahatça geziyor’
Kadınların konsomatrisliği seçmelerinin temelinde ne var?
Temelinde yoksulluk yatıyor. Kadın, hem büyük örtülerle kapatıp bir fetiş haline getiriliyor, hem de bir yandan yoksullaştırılıyor. Kadının bedeni bir arzu makinesi olarak, piyasada dolaşıma sokuluyor. Onlar da bu dolaşımı nakte çeviriyor.
Konsomatrislerin, gün içinde kasabada dolaştığını yazıyorsunuz. Giderek muhafazakarlaşan Türkiye için zıt görüntüler değil mi bunlar?
Türkiye’nin muhafazakarlaşmasının dindarlıkla bir ilgisi yok.
Neyle ilgisi var?
Kadın bedeniyle yakından ilgisi var. Bakın, 95’ten beri konsomatrislerin kasabalarda gezip tozmaları, adab-ı muaşerete aykırı olarak algılanmıyor. Bir de taşrada herkes birbirini tanır. Erkeklerin bir lafı vardır, “Herkes burada kimin kaç amper elektrik çıkartacağını bilir” diye… Mesela “İzmir mi daha muhafazakar, Burdur mu” diye sorarsanız cevap açık ara İzmir’dir.
Karadenizli erkeklerin yabancı kadınlarla ilişkileri kadınlarca Ankara’ya şikayet edilmişti. Evdeki kadınlar da konsomatrisleri yerel yöneticilere, siyasetçilere şikayet ediyor mu?
Bugüne dek hiçbir kadın, kocasını kaymakama, belediye başkanına şikayet etmedi. Bir kadının kumarhaneye giderek kocasını aldığını biliyorum ama gazinoya gidip kocasını alanı hiç duymadım. ‘Kol kırılır, yen içinde kalır’ bizde kadınların temel motivasyonudur. Kadın önündeki yaşanmış örneklere; annesine, kaynanasına bakar ve onlardan aldığı en büyük öğüt de “Biz bu hayatı böyle yaşadık, sen de susmayı, tahammül etmeyi bileceksin” sözleri olur.
Yazdığınız tezde, erkeklerin gece hayatını çok iyi aktarıyorsunuz. Kitapta “Konsomatris kadının hayatında paralı, belalı ve yakışıklı diye üç farklı erkek bulunur” dediğiniz bir bölüm var. Paralı erkekler kim?
Paralı, aslında çoğu zaman paralı değildir. Elindeki parayı gece hayatına harcayandır. Paralılar, karayolları işçileri, seyyar satıcılar, ufak tefek Tekel büfesi olan müdavimlerdir. Mesela bir abimiz, burada çimento fabrikası kurmuştu. Bir kadına takıldı, şimdi kamyon şoförlüğü yapıyor. Aslında bu üç erkek tipinden paralı ve belalı olanlar gece hayatındaki bu kadınlarla cinsel birliktelik yaşamıyor.
Ne yapıyorlar peki?
Konsomatrislerle yalnızca erotik konuşmalar yaparlar. Erkekler de zaten cinsel tatminin peşinde değildir.
Neyin peşindeler?
Gazinolarda erkekler, erkeklerle yarışır. Onlar, “Hangimiz daha çok içki ısmarlıyoruz, hangimiz daha çok para harcıyoruz, kadınlar benim masam da mı onun masasında mı oturuyor” diye yarışarak tatmin olurlar.
Erkekler gazinoya kadınları değil, erkekleri etkilemek için mi gidiyor aslında?
Evet, gazinoya gidince para harcayacaksın. Para harcayarak da statü elde ettiklerine inanıyorlar. Size gazinonun gerçeğini bir örnekle anlatayım: Karayolları’nda işçi bir abimiz ve arkadaşı, bir gece gazinoya giderler. Bir masaya oturmak isterler ama garson hemen uyarır ve “Oturamazsınız, bu masa Şeref Abi’nin” der. Bizimkiler de kendi aralarında başlar konuşmaya “Kim bu Şeref Abi, tanıyor muyuz acaba” diye. Bir ara garsona “Program ne zaman başlayacak” diye sorarlar. Bu defa da “Şeref Abi gelmeden program başlamaz” cevabı gelir.
Şeref Abi kim?
Bizimkilerin merakı da zaten iyice artar. Ve sonunda Şeref Abi kapıda belirir. Gelen kim dersiniz? Bizim köyde çaycılık yapan Şeref Abi! Bizimkileri görür görmez garsona dönüp, “Bu köpeklere benden büyük bir rakı verin” der. Yani gazinonun paralı erkeği aslında bizim çaycı Şeref Abi çıkar.
‘Şehirliler tavuk peşinde koşuyor’
Bir de gece hayatının ‘belalı’ denilen erkekleri var. Onların yaralı erkekler olduğunu söylüyorsunuz. Kadınlar, paralı erkekleri değil de yaralı erkekleri mi tercih ederler?
Evet. Onlarla da ilişki kurmaz ama yanında tutar. Kadın, yaralı bir erkekte kendi ruhuna yakın bir şey bulur. Çünkü kadın ruhu zaten yara bere içinde. Konsomatris bir kadının sevgilisi olamaz.
Niye?
Eğer sevgilisi olduğu bilinirse gece hayatında ‘arzu makinesi’ olarak algılanmaz ve de iş yapamaz. Sevgilisi mutlaka dışarıdan olmalıdır. Ona da ‘yakışıklı’ denir. Kadın en ezik, en silik ama yakışıklı olan bir tipi alır, ona para harcar, giydirir. Kumar oynamayı ve içki içmeyi öğretir, büyütür. O adam da bir süre sonra maçolaşır, şiddet uygulamaya başlar. Sonra kendine yeni bir sevgili edinerek, konsomatrisin paralarını yer. Konsomatris kadının parasını yemeye, otobüs çalıştırmak denir. Konsomatrisin sevgilisi olan yakışıklı, “Benim bir otobüsüm var” diye kahvehanede hava atar.
Konsomatrislerin çok büyük paralar kazandıklarını söylüyorsunuz. Bu kadınların aktif iş hayatları ne kadar sürüyor?
Aynı futbolcu gibiler. 17-18’inde başlarlar, 25’e kadar verimli çalışırlar. 25’ten sonra da çalışmaya bir süre daha devam ederler ama aynı 36-37 yaşındaki futbolcu gibi olurlar.
Size göre gece hayatının bu kadınları sürekli yer değiştiriyor. Niye?
Kadınlar hasada bağlı olarak çalışırlar. Balık zamanı Karadeniz’e, muz hasadında Anamur civarına, domates para ettiğinde Antalya’ya, anason zamanı Burdur’a ve zeytin, incir, tütün zamanıysa Ege’ye akın ederler. Konsomatrislerin sayısı her geçen yıl artar. Mesela çoğu evlense de bir süre sonra mesleğe geri döner.
Konsomatrisliğe ara verip, geri mi dönüyorlar?
2010’dan beri özel olarak bu alanda çalışıyorum. Konsomatrislerin hayatında birden fazla kez gece hayatından kurtulma şansı ele geçiyor. Kimisi bu dünyadan çıkmayı anında reddediyor, kimisi evlenerek uzaklaşıyor ancak kısa bir süre sonra sıkılarak geri dönüyor. Önceki hayatlarındaki özgürlükleri özlüyorlar.
Kadınlar aslında bir bakıma erkeklerden intikam mı alıyor?
Evet, temelde bir intikam alma ve üstünlük mücadelesi yaşanıyor. Geçmişlerindeki travmalar, babanın anneye uyguladığı şiddet, kendisinin uğradığı cinsel istismar, yoksulluğun verdiği öfke var. Kadın, ailede sadece nesneyken gece hayatında özne ve de oyun kurucu oluyor. İstedikleri erkeklere kendileri için adam öldürtüp, hapse sokabiliyorlar. Erkeklerle isterse yatıyor, istemezlerse yatmıyorlar. Hatta kendilerini ortalama erkekten öyle üstün görüyorlar ki, kazandıkları parayı milletvekilleri, kaymakam gibi statü gruplarıyla kıyaslıyorlar.
Toplumumuzdaki yaygın sıkıntı duygusuna tekrar dönecek olursak, metropol insanlarının gelecek planlarında mutlaka şehirden kaçıp, taşraya yerleşme var. Onlar taşrada sıkıntılarını giderebiliyor mu, eğlenebiliyor mu peki?
Valla biz kasabadakiler modernleşirken onlar taşralaşıyor diyebiliriz. Şehirlilerin taşra fantezisi hep aynıdır: Bostan, bahçeli ev, ekip-biçme… Mesela biz taşralılar artık yumurtayı, yumurtacıdan satın alıyoruz. Buraya yerleşen şehirlilerse bahçelerinde tavuğun peşinde koşuyor.