TARİH : MENZİL KAVRAMI VE OSMANLI DEVLETİ’NDE MENZİL YERLEŞİMLERİ


Arapça kökenden gelen menzil kelimesinin çeşitli anlamları vardır ve menzilden de türeyen çok sayıda kelime söz konusudur. Konumuzu ilgilendiren menzil kelimesi, “konak”, “konak yeri”, “bir günlük yol”, “dinlenmek amacıyla durulan yer, konak”, “iki konak arasındaki uzaklık”, “kervanların ve posta tatarlarının indikleri ve ad değiştirdikleri yahut geceyi geçirmek üzere konakladıkları bina ve han”, “yolculuk sırasında geceleyin kalınan yer, konak”, “iki konak arası, bir konaklık yol”, “mesafe”, “ev, barınak” anlamındadır.[1] Bu bağlamda ordunun sefer amacıyla konakladığı yer, hacıların ve seyahat amacıyla yola çıkanların geceyi geçirdikleri yer, ticari amaçla yapılan kervan ticareti sırasında mola verilen mevkii ile ulak adıyla tanınan posta tatarlarının at değiştirdikleri ya da zorunlu hallerde kaldıkları noktalar menzil yeri olmaktadır. Menzillerin bulundukları yerler kimi zaman bir kuyu, çeşme, namazgah, köprü ve han ile vurgulandığı gibi kimi zaman da adeta yeni bir şehrin kurulması veya eski bir şehrin menzilin ihtiyaçları doğrultusunda yeniden imâra açılması şeklinde gerçekleştiriliyordu.[2]

Menzillerin belirlenmesi ve seçimi hiç süphesiz yol kavramıyla yakından ilintilidir. Antik öncesi ve Antik Dönem’den itibaren ilk yollar oluşturulurken fiziki coğrafyanın koşullarına bağlı olarak geçit, bataklık, göl, akarsu, orman ve deniz vb. şartlar gözönüne alınarak zamana göre en uygun yol ağları belirlenmiştir. İlerleyen zamanda da bazı yolların hemen hemen hiç değişmeden ya da bazı kısaltma ve iyileştirmelerle kullanılması daha çok tabiî yol kavramıyla bağlantılıdır. Yol, insanlar arasında çeşitli bağlantıları sağlayan, insanların ve ihtiyaç maddelerinin bir yerden başka bir yere taşınmasına olanak veren, nakil araçlarının hareketlerine uygun yüzeyli, dönemine göre değişen malzeme ile donatılmış arazi şeritidir. Ulaşım kavramı ise insan, hayvan ve ihtiyaç maddelerinin bir sistem dahilinde gideceği yere nakladilmesidir.[3] Yol ve ulaşım şebekesi günümüzde olduğu gibi tarihsel süreç içerisinde de her devlet için daima büyük önem taşımıştır. Çünkü ülke başkentinin diğer merkezlerle bağlantısı ile uluslararası yollarla olan bağlantıları ülkenin gelişmişliği ile yakından ilgilidir. Bu bağlamda askerî ve ticarî gayeler seyahat ve haberleşme özgürlüğü ancak düzenli ve gelişmiş bir yol sistemiyle gerçekleştirilmiştir.

Osmanlı öncesinde Anadolu’da büyük bir devlet kuran Anadolu Selçuklu Devleti kapsamında konuya yaklaşacak olursak, başkent Konya ile önemli merkezler Kayseri, Sivas, Malatya, Harput ile limanlar Alanya ve Sinop’u birbirine bağlayan ana yolların mevcut olduğu görülür. Dolayısıyla Anadolu, hemen hemen Doğu-Batı, Kuzey-Güney yönlerinde birbirine bağlanmış durumda idi. Bu yolların oluşturulmasında ön plana çıkan asıl amaç ticaret olduğundan, ana yolların belirlenen menzillerine han-kervansaray yapılması planlanmıştır.[4] Genelde yüklü hayvan ve normal insan yürüyüşünün günde en fazla 30-40 km. olacağı düşünülerek hanlar inşa edilmiştir. Yolun işlekliği bu mesafeyi kısaltabiliyordu. Örneğin Aksaray-Kayseri yolunun Aksaray-Nevşehir arasındaki bölümünde Ağzıkarahan, Alay ve Öresin adlarını taşıyan üç hanın arka arkaya yapılması yolun işlekliği ve ticaretin canlılığı ile ilintili olmalıdır. Özellikle sultan ve saray çevresi tarafından inşa ettirilen hanlar farklı tipleriyle yoğun olarak çeşitli yerlere inşa edilmiştir. Hanlar içinde anıtsal boyutlarda olan ve sultanlar tarafından yapıldığı bilinen uygulamalara da “Sultan Han” adı verilir. Anadolu ticaretinin odak noktasını oluşturan hanların etrafı aynı zamanda pazar yeri olarak kullanıldığından cazibe merkezi konumuna yükselmiş ve daha ilerde biçimlenecek yerleşim yerinin çekirdeğini meydana getirmiştir. Anadolu Selçuklu hanlarının bulunduğu menzillerin bir bölümü daha sonra onarılarak çeşitli amaçlar için Osmanlılar tarafından da kullanılmıştır. Sonuçta Osmanlı dönemi menzil külliyeleri Anadolu Selçuklu Dönemi kervansaraylarının biçimsel ve işlevsel açıdan çok daha gelişmiş bir mimari kompozisyonun devamcısı niteliğindedir.

Osmanlı Devleti bağlamında konuya yaklaşacak olursak, Anadolu ve Rumeli’de eski dönemlerden itibaren kesintisiz yerleşimlere sahne olan ve aynı zamanda geçiş özelliği de taşıyan bölgelerde, günümüzde mevcut olan ana yollara baktığımızda çoğunun ya eski yolun kenarında ya da üzerinden geçerek yaklaşık aynı güzergâhı izlediği anlaşılır. Ancak kimi ayrıntılarda farklılıkların olduğu gözlemlenir. Bunun en büyük nedeni de özellikle artık değişmesi pek mümkün olmayan tabiî yol kavramından kaynaklanmaktadır. Sonuçta yollar öncelikle doğal çevrenin etkisi altındadır.

Ülke toprakları Asya, Avrupa ve Afrika olmak üzere üç kıta da oldukça geniş bir sahaya yayılan Osmanlı İmparatorluğu’nda ulaşım ve yol şebekesi, Rumeli ve Anadolu yol şebekesi olmak üzere iki alt bölüm halinde incelenir. Osmanlı yol şebekesi hangi tarihte kesin olarak ana hatlarıyla oluştuğu bilinmese de İstanbul’un fethi (1453) Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran (1514), Mercidabık (1516) ve Ridaniye (1517) Seferleriyle Kanuni Sultan Süleyman’ın Batı ve Doğu’ya yaptığı seferler sonrasında ülke topraklarının genişlemesi, başkent ile eyaletler arasındaki bağlantıyı sağlama amacına yönelik olarak şekillendiği kabul edilebilir.

Rumeli Yol Şebekesi: Asya ile Avrupa bir başka deyişle Doğu ile Batı arasında bağlantıyı kurmasıyla önemli bir coğrafi konuma sahip Rumeli ve Balkan toprakları genel değimiyle tarihin her döneminde gidiş ve dönüş yolu olarak kullanılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul’u Batı Karadeniz ve Kırım’a, Balkanlar ve Orta Avrupa ile Yunanistan ve Adriatik Denizi’ni birbirine bağlayan üç ana yolla, bu yollarla bağlantılı ikinci derecede talî denilen ara yollar mevcut idi. Her üç yolun adları ve izledikleri belli başlı güzergâhlar şunlardır.[5]

Sağ Kol Güzergâhı: Bu yol İstanbul’u Batı Karadeniz ve Kırım’la irtibatı sağlayan ana ulaşım aksıdır. Güzergâh, başkent İstanbul’dan (Dersaadet) başlayarak Büyük Çekmece, Çatalca,Vize, Kırkkilise (Kırklareli), Prevadi, Karasu, Babadağ, Akkirman yolu ile Özi ve Kırım’a kadar uzanmakta idi. Günümüzde bu menzillerin çoğu ülke sınırlarımızın dışında Bulgaristan, Romanya, Moldavya ve Ukrayna topraklarındadır.

Orta Kol Güzergâhı: Orta Avrupa’nın yoludur. İstanbul’dan başlayarak Büyük Çekmece, Silivri, Çorlu, Karıştıran, Lüleburgaz, Babaeski, Havza, Edirne, Cisr-i Mustafa Paşa (Sivilengrad), Filibe, Sofya ve Niş üzerinden Belgrad’a kadar giden ana yol, bir dönem Budin’e kadar da uzatılmıştı. Günümüzde Edirne’den sonraki yerleşmeler Bulgaristan, Makedonya, Sırbistan, Hırvatistan ve Macaristan sınırları içindedir.

Sol Kol Güzergâhı: Özellikle Yunanistan kimi zaman da Arnavutluk bağlantılı Adriyatik yolu idi. İstanbul, Silivri, Rodoscuk (Tekirdağ), Malkara, Ferecik, Dimetoka, Gümülcine, Pravişte, Lanzaka, Larissa (Yenişehir) yolu ile İstefe’ye (Tebai) oradan da Eğriboz menzili ile Gordüs’e gidiyordu.

Üç ana yol içinde en işlek olanı dolayısıyla en önemlisi Orta Kol Güzergâhı ve menzilleri idi. Osmanlı öncesinde ilk kez Roma İmparatorluğu sırasında bir sistem dahilinde biçimlendirilen yol askerî amaçla inşa edilmişti. Roma Dönemi’nde Signidinum (Belgrad) ile Byzantion/Costantinopolis’i (İstanbul) birbirine bağlayan bu yolun adı Via Militaris idi.[6] Ana yol üzerinde Romalılarca inşa edilen castrumlar (korunmalı askeri şehir) sayesinde yolun hem güvenliği sağlanmakta hem de çeşitli askerî, sosyal ve ticarî ihtiyaçlar karşılanmakta idi. Daha sonra Bizans Dönemi’nde de hemen hemen bir değişikliğe gidilmeden kullanıldığı anlaşılan yol, ikinci parlak zamanını ve son şeklini yeni işlevlerde yüklenerek bazı değişiklik ve eklemelerle birlikte Osmanlılar zamanında yaşamıştır. 1350’li yıllarda Süleyman Paşa komutasında Rumeli topraklarına ayak basan Osmanlılar, yeni topraklar fethetme politikasına uygun olarak önce mevcut eski tarihi yollardan yararlanmışlardır. Bu bağlamda, Balkanlar’ın belkemiğini oluşturan Orta Yol’a hakim olmak özellikle Balkan Yarımadası’nın büyük bir bölümü üzerinde stratejik, ekonomik ve politik eğemenlik kurmak demekti. Osmanlı döneminde de birinci derecede askerî (sefer) amaçlı olan yol, ticarî (kervan ticareti), haberleşme (ulak) ile hac ve seyahat amacıyla yoğun kullanılmakta idi. Bu yol üzerinde İstanbul, Edirne, Sofya, Niş ve Belgrad gibi tarihte önemini korumuş büyük şehirlerin yanı sıra, orta ve küçük ölçekli köy, kasaba ve kaza kapsamına giren yerleşmeler de mevcuttu. “Menzil” adı verilen bu konaklanacak veya durulacak yerlerden bazısı zamanla ihtiyaçlar doğrultusunda yeniden imâra açılarak şenlendirilmiştir. Bu gruba giren menzil yerleşmeleri ise, ordunun sefer sırasında yakın çevresinde konaklayarak iaşesinin ve sürsat zahiresinin temininde, kervanların güvenliğinin sağlanmasında, hacı ve seyyahların ihtiyaçlarının giderilmesiyle, İstanbul Topkapı Sarayı’ndan Taşra’nın (başkent dışına verilen ad) ilgili görevlilerinin ya da tersi durumlarda emirlerin veya diğer haberleşmenin hızlı ve emin bir şekilde yapılmasında önemli roller üstlenmiştir. Osmanlı Arşivi ile diğer belgeler ve bazı yayınlara göre Rumeli Orta Yolu’nun İstanbul-Edirne arası daha iyi izlenebilmektedir. Araştırmalar doğrultusunda, “İstanbul Caddesi”, “Ulu Yol” adları da verilen İstanbul- Edirne arasındaki Sultan/Devlet Yolu, özellikle belirli aralıklardaki menzillerde inşa edilen yapı toplulukları (külliye) ve anıtsal tek yapılarla donatılmıştır. Çoğu Mimar Sinan ve Hassa Mimarlar Teşkilatı tarafından tasarlanan külliyelerin yüksek minareleri, hareketli çarşıları, hayvan ve insan yoğunluğuna sahip büyük hanları ve köprüler daha dikkat çekmekte idi.

Anadolu Yol Şebekesi: Osmanlı İmparatorluğu’nun, özellikle Doğu ve Batı’ya fetihlerin gerçekleştirilip imparatorluk sınırlarının en geniş olduğu 16. yüzyıl ile 19. yüzyıl ortası arasında, başkent İstanbul ile taşrayı birbirine bağlayan altı ana yoldan diğer üçü de Anadolu Yol Şebekesi ile bağlantılıdır. İstanbul’un Anadolu ve Anadolu üzerinden Kafkasya, İran, Irak, Suriye, Kutsal Topraklar ve Mısır’la ilişkilerini sağlayan bu yolda, Rumeli’de olduğu gibi gerektiği kadar talî yollarla da diğer merkezlere bağlanmakta idi. Osmanlı döneminde Anadolu’da yaşam, genellikle yol şebekeleri üzerindeki şehir ve menziller ile bu yolların ulaştığı limanlarda yoğunlaşmıştır.[7] Osmanlılar Anadolu’da, eski uygarlıklardan kalma “Kral”, “İpek” yolu gibi adlarla anılan bazı yolları genişletilip, onarılıp kullanmakla birlikte yeni yollara da gereksinim duymuşlardır. İstanbul’un merkez olduğu ve Anadolu’yu bir uçtan diğer uca kateden ana ve talî yolların önemi, 19. yüzyılın ikinci yarısı ile birlikte, demiryolu ağının döşenmesi ve deniz yollarının önem kazanması sonucunda kervan ve ulak yolları artık eski canlılığını kaybetmiştir.

Osmanlılar döneminde Anadoluda mevcut üç ana yolun başlıca güzergâhları şunlardır.[8]

Sağ Kol Güzergâhı: İstanbul Gebze, Dil İskelesi veya İzmit, İznik, Yenişehir, Bozöyük, Eskişehir, Seyidgazi, Hüsrev Paşa Hanı, Ilgın, Konya, Karapınar, Adana, Misis, Payas, Belen, Karamurt üzerinden bir yol Halep’e ana yol ise Antakya’dan devam ederek Şam, oradan da Kutsal Topraklara (Harameyn/Mekke-Medine)’a uzanmaktaydı.

Orta Kol Güzergâhı: İstanbul, Gebze, İzmit, Bolu, Tosya, Merzifon, Tokat, Sivas, Malatya, Harput, Diyarbakır, Nusaybin, Musul, Kerkük üzerinden Bağdat ve Basra yoludur.

Sol Kol Güzergâhı: Merzifon’a kadar Orta Kol Güzergâhını takip eden yol, daha sonra Ladik, Niksar, Karahisar-ı Şarki (Şebinkarahisar), Kelkit, Aşkale, Erzurum, Kars yolunu takip ederek Tebriz’e gitmekte idi. Ayrıca bu yolun Kafkasya ile de irtibatı söz konusudur.

Bu yollar içinde askeri, ticari ve ulak dışında özellikle seyahat ve hac gayesiyle yüklenen Anadolu Sağ Yolu, en çok kullanılan yol olup en yoğun yapılaşmaya sahne olmuştur. “Ulu Yol” ya da daha yaygın adıyla “Hac Yolu” olarak benimsenen Sağ Kol Güzergahı’nda, ordunun Suriye ve Mısır’a giderken takip ettiği güzergah ile hacıların ve ulakların izledikleri güzergah birkaç ayrıntı dışında hemen hemen aynı idi. Burada önemli olan husus ulaklara (ferman, emirleri taşıyan resmi görevli) hizmet veren menzilhane (atların bulunduğu ahır) ile menzil külliyelerinin aynı yapı kütlesi içinde yer almamaları bilindiği kadarıyla farklı konumlarda inşa edilmeleridir.[9]

Anadolu Sağ Yolu’nun İstanbul, Şam arası, Rumeli Orta Yolu’nun İstanbul-Edirne arası gibi yoğun kullanımdan dolayı banilerin eliyle külliye ya da anıtsal tek yapı ölçeğinde imar edilmiş ve zaman zamanda onarımları yapılmıştır. Menzil külliyelerinin en seçkin örneklerine de bu yol üzerinde rastlanır. Çünkü Hicaz’a kadar uzanan ve Kudüs, Mekke, Medine gibi kutsal şehirlerle bağlantıyı sağlayan Sağ Yol, hac olgusundan hareketle özellikle hayır sahiplerinin ilgisini çekmiştir. Bu bağlamda yol üzerinde yer alan ara menziller bile cami, mescid, namazgah, han, çeşme, kuyu ve köprü gibi tek yapı ya da küçük birer külliye ölçeğinde imâra sahne olmuştur. Bu yapılaşmanın izleri ayakta duran eserlerle görülmekle birlikte, çoğu harap olmuş ve zamanla da yokolmuştur. Sonuçta yol şebekesi ve ulaşım, Osmanlı teşkilat yapısının iyi bir örneği olmuş ve dolayısıyla imparatorluğun askeri, ticari ve ekonomik yaşamında son derece önem taşımıştır.

Askeri, ticari ve sosyal amaçlar için oluşturulan konak yerleri (menziller) genelllikle ana yapısı kervansaray (han) olan ve arasta (çarşı), imaret, hamam, cami, tabhane (misafirhane), sıbyan Mektebi (ilkokul), çeşme ve köprü gibi çeşitli yapılardan oluşan külliyelerle donatılmıştır. Külliyelerin sahip olduğu yapı sayısı ve çeşidi ise çeşitli nedenlere bağlı olarak değişkenlik gösteriyordu. Bu değişkenlikte “bani” adı verilen eser yaptıran kişinin mali ve siyasal gücü ile menzilin ihtiyaçları ve önemi birinci derecede rol oynamakta idi. Bu bağlamda Osmanlı İmparatorluğu’nda 16-19. yüzyıllar arasında inşa edilen külliyelerin bir kısmı da menzillerde karşımıza çıkmaktadır. Şehir dışına yani menzillerde inşa edildiklerinden dolayı yaygın tanımlamalarıyla “menzil külliyeleri” adıyla bilinen bu tip külliyeler, genişleyen İmparatorlukta başkent İstanbul’dan Anadolu ve Rumeli’ye giden sefer, kervan, ulak ve hac amaçlı ana yollar üzerinde kurulmuştur.[10] Dolayısıyla mimari etkinlik açısından ulaşım ağı ile yakından ilintili idi. Şehirlerarası yollarda konaklama yapıları olan menzil külliyeleri, yapıların külliye içindeki değerleri ve yerleştirilmeleri açısından Osmanlı mimarisinde ayrı bir grup oluşturur. 16. yüzyılla birlikte ortaya çıkan ve kısa sürede yaygınlaşan menzil külliyeleri aynı zamanda imparatorluğun iskân politikası ve Derbent Teşkilatı ile yakından bağlantılıdır.

Menzil külliyelerinde ticari (han, arasta, dükkanlar), sosyal (tabhane, imaret, hamam) işlevli yapılar daha anıtsal ve vurgulayıcı yapılarak ön plana çıkarılmış ve işlevsellik esas alınmıştır. Dini (cami, mescid, namazgah) ve eğitim (medrese, sıbyan mektebi) yapıları ise önemini korumakla birlikte, ikinci derecede görülerek inşa edilmiştir. Tüccarların, hacıların, seyyahların, kimi zaman askeri nitelikte kişilerin daha rahat ve güvenli olması için belirli hizmetlerin sunulduğu menzil külliyeleri, sultan, şehzade, sadrazam ve vezir gibi saray çevresi tarafından yaptırılıyordu. Baniler vakıf sistemiyle inşa ettirdikleri külliyeleri için taşınmaz mallarından ve diğer yollarla elde ettikleri gelirlerinin önemli bir bölümünü ayırmakta ve inşaatın bitiminden sonra eserin yaşaması için mütevelli heyetini külliyenin personel, yiyecek-içecek ve bakım-onarım gibi rutin işlerin giderlerini karşılamakla görevlendirmekte idi. Baniler külliyeleri için dönemin baş mimarlarına ve onların ekiplerini yanı Hassa Mimarlar Teşkilatı’nın mimar, usta ve çıraklarını görevlendiriyorlardı. Hassa Mimarlar Teşkilatı günümüzde Mimarlar Odası ile belediyelerin imar müdürlüklerinin karışımı bir teşkilat yapısına sahip olup İstanbul ve önemli şehirlerde şubesi olan ve merkezi sistemle çalışan resmi bir kurum idi.[11]

Menzil külliyelerinin yapımı ile birlikte Osmanlı’daki deyimiyle menzilin şenlenmesi gerekiyordu. Bunun için iskân politikası izlenerek[12] menzil halka açılmakta ve zamanla külliyelerin ve diğer önemli ana yapıların etrafına kurulan mahalleler yoluyla kent dokusu oluşturuluyordu. Yerleşimin güvenliği ise Derbent Sistemi ile sağlanıyordu. Genel anlamda bir çeşit kır jandarmalığı denilen bu sistemde devlet, vergi kolaylığı karşılığında menzil halkından silahlanmasını ve kendi menzili ile iki menzil arasındaki yolu daha doğrusu etki alanını korumakla yükümlü kılıyordu.[13] Böylece menzil yerleşmeleri Osmanlı şehirciliğinde ayrı bir alt grup olarak değerlendirilir ve şehircilik olgusu ile dikkat çeker. Bugün çoğu Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde bir kısmı ise ulusal sınırlar dışında kalan menzil külliyeleri, harap ya da iyi durumda günümüze ulaşan örnekleriyle Sanat Tarihi’nin ayrı bir araştırma konusudur.

Sonuçta yolu kullanan kişiler, barınma, yeme-içme, temizlik-yıkanma, ibadet, kimi zaman sağlık ve benzeri zaruri ihtiyaçlarının yanı sıra, ticari, sosyal ve eğitimle ilğili işler içinde külliye ve menzillerden yararlanıyordu. Bu sistem zaman içerisinde ihtiyaç ve beklentilerin değiştiği de düşünülerek tam karşılığı olmasa da günümüzde akaryakıt istasyonu, çay salonu, lokanta, otel, market, mescid, hela ve otoparkı bulunan karayolları üzerindeki yol üstü dinlenme ve konaklama tesisleriyle benzerlik kurulabilir. Günümüze ulaşan menzil külliyelerinin başlıca örnekleri şunlardır.

Gebze, Çoban Mustafa Paşa, Eskişehir, Kurşunlu, Bozöyük, Kasım Paşa, Silivri, Pir Mehmed Paşa, Belen Kanunu Sultan Süleyman, Şam Süleymaniye, Tekirdağ Rüstem Paşa, Karapınar Selimiye, Büyük Çekmece yapı topluluğu, Lüleburgaz, Payas ve Havza Sokullu Mehmed Paşa, Babaeski Semiz Ali Paşa, İzmit Pertev Paşa, Yenişehir Sinan Paşa ve Ilgın Lala Mustafa Paşa Külliyeleridir.

17. yüzyıla baktığımızda, imparatorluğun kendi bünyesinde ve dış dünyada gelişen sosyal, siyasal ve ekonomik olaylar sonucunda duraklama dönemine girdiği bilinir. İmparatorluktaki bu gelişmeler ister istemez mimariye yansımış, yapı faaliyetinin azalmasına ve yapı türlerindeki farklılığa neden olmuştur. Bu bağlamda bir kısmı günümüze ulaşmakla birlikte, kimisi Anadolu dışında kalan ya da günümüze ulaşmayan geniş veya dar kapsamlı menzil külliyelerinden önemlileri şunlardır: Ulukışla Öküz Mehmed Paşa, Misis Köprülü Mehmed Paşa, Bilecik Vezir Han, Malatya Silahtar Mustafa Paşa, İncesu ve Merzifon Kara Mustafa Paşa Külliyeleri ile Kurtkulağı’ndaki yapı topluluğudur. 18. yüzyıla gelince, imparatorlukta Batılılaşma dönemi ile beraber Osmanlı mimarisinde de külliye yapımının azaldığı ve yeni yapı tiplerinin mimariye girdiği görülür. Konumuzla bağlantılı olarak menzillerdeki külliyeleri incelediğimizde iki büyük menzil külliyesinin inşası dikkat çekicidir. Bunlardan ilki Nevşehir Damat İbrahim Paşa Külliyesidir. Diğeri ise yüzyılın sonunda Belen-Antakya-Halep arasındaki yol ayrımında Karamurt’ta inşa edilen külliyedir. Ayrıca Anadolu Sağ Yolu’nun Orta Anadolu kısmına rastlayan Eskişehir-Adana güzergahında, bazı önemli menzillerin iskân politikasıyla nüfuslarının arttırılıp mevcut yapıların onarıldığı gözlemlenir.[14]

19. yüzyıl ikinci yarısı ile birlikte deniz yollarının önem kazanması ve demiryolu ağının döşenmesi kervan ve ulak yollarına olan ilgiyi azaltmış ve zamanla tali yolların bir bölümü günümüzün yol ağının dışında kalmış, bu bağlamda da yol üstü kuruluşlar olan menzil külliyeleri işlevini yitirmiştir.

16-17. yüzyıllarda Osmanlı İmparatorluğu’nda inşa edilen menzil külliyeleri içinde Silivri, Tekirdağ ve Lüleburgaz’daki uygulamalar Rumeli Yol Şebekesi; İzmit, Eskişehir, Şam ve Merzifon’daki külliyeler ise Anadolu yol Şebekesi ile bağlantılı inşa edilmiştir.

Günümüzde Trakya Bölgesi’nde İstanbul’a bağlı Marmara Denizi sahil bandında bir ilçe merkezi olan Silivri, gerek sahildeki iskelesinin gerek tabii bir karayolu üzerinde bulunması nedeniyle tarih boyunca önemini korumuştur. Osmanlı öncesinde en yaygın adıyla “Selimybiria” olarak tanınan Silivri kalesi surları ve kiliseleriyle İstanbul öncesinde Bizans başkentinin yolunu koruyan ileri bir karakol, mamur bir belde olarak tanımlanmaktadır.[15] İstanbul’un fethinin hemen sonrasında Osmanlı egemenliğine giren Silivri, ilkin II. Mehmed zamanında imâr görmüş kilise camiye çevrilerek kale içine yerleşilmiştir. Zamanla kale dışına taşılarak sahil boyunca “Aşağı Şehir” oluşturulmuştur. Kale ise “Yukarı Şehir” adını almıştır. 1530-31 yıllarında Sadrazam Pir Mehmed Paşa’nın yaptırdığı külliye ile Silivri, sur dışına taşarak Osmanlı kenti özelliği kazanmıştır. Cami, han, medrese, imaret, tabhane, sıbyan mektebi (darü’l-talim), çeşme, hamam, dış avlu, çevre duvarı ve kapılar, müştemilat, hazire ve sonradan eklenen muvakkithaneden oluşan külliye oldukça geniş bir alanı kaplamaktaydı. Günümüze ulaşan yapıların mevcudiyeti bile Silivri’nin önemli bir menzil yerleşimi olarak kabul edildiğinin göstergesidir. Rumeli’nin Orta ve Sol Kol yollarının çatal noktasında bulunan Silivri’ye 1568’de Mimar Sinan eliyle şehrin dışındaki bataklık alana büyük bir köprü yaptırılması da Silivri’ye verilen değere işaret eder. Silivri, bir önceki menzil Büyük Çekmece’ye 6, İstanbul’a ise 12 saat uzaklıkta idi.[16]

Tarihte Rodosto adıyla Marmara’nın limanlarından birisi olarak kurulan Tekirdağ (Tekfurdağı ya da Rodoscuk) Rumeli Sol Kol Yolu (Via Egnetia) üzerinde yer alan bir yerleşimdir. Osmanlıların Bizans’tan kenti almasıyla birlikte hareketlenen şehir, 16. yüzyılda ünlü Sadrazam Rüstem Paşa tarafından yaptırılan kapsamlı külliye ile ekonomik ve sosyal açıdan çok daha canlı merkez konumuna yükselmiştir. Mimar Sinan tarafından inşa edilen külliye şehre hakim bir noktada eğimli bir saha üzerindedir. Cami, medrese, imaret, kervansaray, çifte hamam, kütüphane ve bedesteni ile külliye bir Osmanlı kentinin başlıca ihtiyaçlarını karşılayabilecek donanıma göre tasarlanmıştır. Külliye, cami kitabesinden hareketle 1552-53’de yaptırılmıştır. Buna göre aynı yıl veya kısa zaman aralıklarıyla diğer yapılarında inşa edildiği düşünülebilir. Külliyenin bazı yapıları maalesef günümüze ulaşmamıştır.[17]

Günümüzde Kırklareli’ne bağlı bir ilçe merkezi konumundaki Lüleburgaz kuruluşu oldukça eskiye giden bir yerleşimdir. Osmanlı öncesinde çeşitli adlarla tanınan bir kale şehir iken, Osmanlı döneminde adeta yeniden kurulmuş ve çubuk lülesi üretiminden dolayı “Lüleburgaz “adıyla tanınmaya başlanmıştır. Lüleburgaz, Osmanlılar tarafından fethedildiği 1360’lı yıllardan Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa’nın (1564-79) imârına kadar köy şeklindeki bir yerleşmedir. İstanbul’u Orta Avrupa ya bağlayan Rumeli Orta Yolu’nun önemi artınca bu yol üzerindeki Lüleburgaz’ın da kaderi değişmiştir. Aynı zamanda Trakya’nın hububat ve hayvancılık sahası olup bölgesel bir merkez özelliğini taşıyan Lüleburgaz, dönemin ünlü devlet adamlarından Sokullu’nun ilgisini çekmiş ve Paşa’nın gayretiyle büyük bir imâa sahne olmuştur. Belgelere göre 1569 tarihinde yapımı tamamlandığı anlaşılan külliye 40.000 m2‘lik sahayı kapsamakta idi. Cami, medrese, sıbyan mektebi, kervansaray, tabhane, imaret, arasta, çifte hamam ve dükkanlar, köprü, çeşme, helalar ve bazı personel için inşa edilmiş meskenlerden oluşan külliyenin etrafı da çevre düzenlemesi ile kaldırım taşlarıyla kaplanmıştır. Beldeyi kendi adını taşıyan külliye ile imâra açan Sadrazam, şehre su da getirterek bir hizmette daha bulunmuştur.[18]

Anadolu yolları üzerinde inşa edilen menzil külliyesi örneklerine gelince;

Günümüzde Marmara Bölgesi’nde Avrupa’yı Anadolu üzerinden Asya’ya bağlayan tarihi ve doğal bir yol üzerinde, kendi adıyla tanınan körfezin kenarında kurulan İzmit, Osmanlı döneminde önemli bir menzil yerleşmesidir. Özellikle kent Osmanlı döneminde İstanbul Anadolu bağlantısını sağlayan yol şebekesinin kavşak şebekesini oluşturmuş ve buna ilaveten önemli deniz üssü olarak da ön plana çıkmıştır. Osmanlı öncesinde Bizans Dönemi’nde, denizden içeride yamaç yerleşimi olarak surlarla çevrili bir kale yerleşimi olan İzmit (Nicomedia) Osmanlı’nın fethiyle önce “Yukarı Şehir” adı verilen kent dokusunda iskân görmüştür. Ancak 16. yüzyıl ve özellikle Pertev Mehmed Paşa’nın yüzyılın sonlarına doğru inşa ettirdiği külliye ile “Aşağı Şehir” adı verilen, gittikçe denize doğru alçalan mevkiye doğru gelişme göstermiştir. Kanuni’nin vezirlerinden Pertev Paşa’nın Sinan’a inşa ettirdiği külliye 1579 tarihli olup cami, sıbyan mektebi, kervansaray, imaret, çifte hamam, hela, iki çeşme ve hazireden oluşmakta idi.[19] Külliyenin bazı yapıları günümüze iyi durumda ulaşmakla birlikte hanı tamamen yok olmuştur. Osmanlı döneminde İznikmid adıyla tanınan İzmit’in “Aşağı Şehri”nde iskele ve tersaneye yakın, açık bir alan üzerinde inşa edilen külliye halk arasında “Yeni Cuma Külliyesi” etrafında oluşan mahalleye de “Yeni Cuma Mahallesi” denmiştir. İzmit menzili kendinden sonraki menzil Gebze’ye 9, İstanbul’a ise 18 saat uzaklıkta idi.

İç Anadolu Bölgesi’nde bir ovanın kenarına kurulmuş aynı adlı bir vilayetin merkezi olan Eskişehir, geçmişte çeşitli yolların uyum noktasında kurulan Dorylaeum adıyla tanınan bir yerleşme yeri idi. Osmanlı’nın kuruluş yıllarında Sultanönü Sancağı’nda kaza merkezi konumundaki Eskişehir, 16. yüzyılın ilk çeyreğinde Çoban Mustafa Paşa’nın gayretiyle yeniden imâr görmüştür. Vezir Mustafa Paşa, hazırlattığı vakfiyesine göre Gebze’deki hayratının dışında en büyük eserini Eskişehir’e inşa ettirmiştir. Günümüzde kentin eski dokusunu yansıtan Odunpazarı mevkiinde inşa edilen külliye cami, sıbyan mektebi, hankah (sonradan medrese ve tekke), han, tabhane ve imaretten oluşmakta idi. Yapı topluluğu kentin Osmanlı dönemini yansıtan en önemli mimari miras olarak karşımıza çıkmaktadır. Anadolu Sağ Kol Yolu üzerinde yer alan Eskişehir bir önceki menzil Bozöyük ile sonraki menzil Seyidgazi arasında yer almaktaydı.[20]

Anadolu Sağ Yol Güzergahı’nın Adana-Antakya arasındaki en önemli menzillerinden biri de Belen’dir. Belen, bir dağ geçitinin kontrolunu amaçlayan ve bu bağlamda yapı topluluğu ile yerleşim dokusu oluşturulmasına güzel bir uygulamadır. Anadolu’yu Suriye’ye bağlayan geçiş konumundaki Belen, Kanuni Sultan Süleyman’ın inşa ettirdiği han, cami ve hamam ile şenlendirilerek bölgede güvenliğin sağlanmasında büyük katkı sağlamıştır. Zamanla daha da gelişerek kaza merkezi konumuna gelen yerleşim özellikle hacılar, seyyahlar ve tüccar için önemli bir menzil yeri idi.[21]

Günümüzde Suriye’nin başkenti konumundaki Şam (Damas/Damascus), Osmanlı öncesinde çeşitli kültürlere ev sahipliği ve başkentlik yapan Orta Doğu’nun en büyük kentlerinden biridir.

1516 yılında yapılan Mercidabık Savaşı sonrasında Osmanlı topraklarına katılan kent, Anadolu Sağ Kol Güzergahı’nın Antakya-Kutsal topraklar arasındaki en önemli menzillerden biri idi. Bu bağlamda Kanuni Sultan Süleyman İstanbul’dan sonra en anıtsal külliyesini Şam’a inşa ettirerek Osmanlı’nın damgasını kente vurmuştur. Tarihte ticaret, eğitim ve kültür merkezi olarak ünlenen Şam’ı, Osmanlı’da aynı gözde görmek istemiştir. Mimar Thodoros’a inşa ettirilen külliye tasarımı ile son derece düzenli bir plan şemasını yansıtır. Akarsu kenarında düzlük ve yeni gelişen kent bölgesine inşa edilen selatin külliyesi büyük bir dış avlunun çevrelediği kervansaray, cami, tabhane, ve imaretten oluşmaktadır. Külliye tasarımında Şam’ın bölge hacılarının buluşma yeri olması nedeniyle hac kafilelerine hizmet edecek bir menzil külliye olarak inşa edilmesi fikri ön plana çıkmıştır. Günümüze iyi durumda ulaşan külliyede Osmanlı izleri hakim olup ancak malzeme ve bazı ayrıntılarda yerel özelliklerle karşılaşılır.[22]

Anadolu yol şebekesine bağlı Sağ Yol Güzergahı’nın dışında diğer iki ana yol üzerindeki önemli menzillerde de külliye ya da anıtsal boyutlarda tek yapı ölçeğinde ticari yapılar inşa ettirilmiştir. Örneğin Anadolu Orta Yol Güzergahı üzerindeki Eski Malatya’ya 1637-38 yılında inşa ettirilen Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı,[23] çevresindeki Anadolu Selçuklu kent dokusuyla birleşerek menzilin ihtiyaçları karşılanmıştır. Benzer şekilde çevre hacılarının ve tüccarlarının buluşma yeri konumundaki Diyarbakır’a da vezir veya şehrin Osmanlı valileri tarafından han, hamam, dükkanlar, cami ve medreseler inşa ettirilerek kent ihya edilmiştir.[24]

Anadolu Sol Kol Güzergahı üzerindeki önemli menzil yerleşimleri olan Erzurum, Tokat, Amasya ve Merzifon’a da özellikle ticari ve konaklama yapıları inşa ettirilmiştir. Bu yerleşimler içinde Merzifon, 17. yüzyılın üçüncü çeyreğinde Sadrazam Kara Mustafa Paşa tarafından adını taşıyan büyük programlı külliye yaptırılmıştır.[25] Cami, sıbyan mektebi, han, bedesten, dükkanlar ve iki hamamdan oluşan külliye de ticari yapıların anıtsallığı ve kapladıkları alan düşünülecek olursa Merzifon’un yol ve bölge ekonomisindeki büyük rolü anlaşılır.

Sonuçta, 16 ve 17. yüzyıllarda sıklıkla inşa edilen menzil külliyeleri, Osmanlı külliye mimarisinde ayrı bir grup olarak değerlendirilir. Mimari tasarım açısından yaratıcık ve uygulamaların denendiği külliye şemalarında, dönemin düşünce yapısı, yaşam biçimi, insan çevre ilişkisi ve yerel gelenekler gibi olguları da izleri görülür. Kenti içlerinde bir bütünlük ve devamlılık gösteren menzil külliyeleri, Anadolu Selçuklu dönemi kervansaraylarını biçimsel ve işlevsel açıdan çok daha gelişmiş bir mimari kompozisyon olup Anadolu Türk Sanatı’ndaki renkliliğe işaret eder.

Yrd. Doç. Dr. M. Fatih MÜDERRİSOĞLU

Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 10 Sayfa: 920-926

Etiketlendi:, , ,

www.ozelburoistihhbarat.com

YÜKSEK STRATEJİ TÜRKİYE

strateji, istihbarat, güvenlik, politika, jeo-politik, mizah, terör, araştırma, teknoloji

Fight "Gang Stalking"

Expose illegal stalking by corrupt law enforcement personnel

İSTİHBARAT ALANI

Sınırsız, Seçkin, Sansürsüz, Kemalist Haber Blogu

WordPress.com News

The latest news on WordPress.com and the WordPress community.