Erdoğan benden yardım istedi ama beni kullandığını anladım

Ben de salakmışım ki inandım. Kitaplar topladım okusun diye, ama okumadı. Öğrenmek için benim anlatmamı bekliyordu. Bir süre o şekilde devam ettik ama 2005 yılında desteğimi çektim. Bunların tamamen laf-ı güzaf olduğunu, beni kullandığını anladım.

Erdoğan benden yardım istedi ama beni kullandığını anladım

1 Kasım seçimlerinin ardından köşe yazarlığını bırakan gazeteci yazar Cüneyt Ülsever, Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin çıkardığı "Dinamik Gazete'ye konuştu.

Kendisi de Boğaziçi mezunu olan Ülsever, Türkiye’nin son 20 yılına ışık tutan gelişmelerle ilgili değerlendirmede bulundu.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın belediye başkanlığı döneminde kendisinden yardım istediğini belirten Ülsever, bir süre sonra ise Erdoğan'ın kendisini kullandığını anladığını söyledi.

Ülsever tekrar gazeteciliğe dönme şartını ise "Şu anki durumda sadece ortalaması 40 yaşın altında olan genç bir parti kurulursa destek olmak için gazeteciliğe dönerim." sözleriyle açıkladı.

Ülsever, Boğaziçi’nde rektör odası basan bir solcuyken, ABD'de nasıl liberal olduğuna, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’la yaptığı görüşmelerden, bugünkü AKP karşıtlığına, yazarlığa başlangıcından Hürriyet’ten kovulmasına kadar birçok konuyu anlattı.

İşte o röportajdan öne çıkanlar:

Dinamik Gazete: Hızlı bir soruyla başlarsak, Üniversitede ateist ve marksistken ABD'de "Liberal bir Müslüman" olduğunuzu biliyoruz. Nasıl oldu bu?

Cüneyt Ülsever: Genelde beklenen cevap şu: “Orada nurlu bir imama rastladım ve o beni ikna etti”. Ama gerçek böyle değil tabii ki. Amerika’da okurken, Harvard’da bilim felsefesi üzerine çalışmaya başladım. Bizim ülkedeki üniversitelerde gençlere bilim öğretiyoruz ama bilimin ne olduğunu öğretmiyoruz.

Bilimin ne olduğuyla uğraşırken Karl Popper, Thomas Kuhn gibi isimler ilgimi çekti ve takip etmeye başladım. Gerçek olarak bilimde ifade ettiğimiz hipotez kavramının geçici olduğunu ve mutlak bir hipotez olmadığını öğrendim.

Güzel bir söz vardır;"Bir hipotezin geçerliliği başka bir hipotez onu yanlışlayana kadardır." Yani dünyada gerçeğin ne olduğu konusunda, aydınlanmacı gelenekten gelen, ‘bilim her şeyi çözer’ yaklaşımının safsata olduğuna karar verdim.

Mesela Karl Popper “Bilimin görevi hipotezini doğrulamak değil, yanlışlamaktır. Yanlışlayamadığı sürece geçerlidir hipotezi.” der.

Yanlışlanamayacak bir öneri bilimin alanına girmez. 25 yıl boyunca her sabah çayını getiren uşağın seni zehirlemeyeceğine dair bir hipotez yaratabilirsin. Ancak bir düşmanının uşağı satın alıp çayının içine zehir attırmayacağına dair bir garanti veremezsin. Onun için hep yanlışlama üzerine gitmeliyiz.

Böyle düşündüğümde Marksizm'in ve Allah’ın varlığının yanlışlanamayacağını, bu nedenle de bilimin alanına girmeyeceğini görüyorum.

Peki bilimsel metodolojiyle her şeyi çözebiliyor musunuz? Hayır. Onun için de bir yerden sonra yerine "inanç" konusunu öne sürmeye başlıyorsunuz.

Marksizm bilimsel bir sonuç değildir, fakat insanların Marksizm’e inanmasının yani Marksizm’in insanlar için daha yararlı olacağına inanmasının önüne geçemezsiniz. Aynı durum Allah inancı için de geçerlidir. "Allah’ın varlığını biliyorum" diyemezsiniz, "Allah’ın varlığına inanıyorum" dersiniz.

Ben de şu kanıya vardım: Dünyada hiçbir ideoloji olmamalıdır.

Çünkü ideolojilerde "Ben senin adına seni mutlu edecek şeyi biliyorum" iddiası vardır. Dünyadaki ideoloji olmayan tek genel görüş de liberal görüştür. Çünkü çok basit bir felsefeye dayanır. İnsan için en iyisine yine insanın kendisi karar verir. Liberal siyasetin tek amacı özgürlükler ve insanın karar mekanizması üzerindeki bütün kısıtlamaların kalkmasıdır.

Sonuç olarak ben bilimin her şeyi çözemediğini gördüğüm için Müslüman oldum. Bazı sonuçlara inançla ulaşabildiğim kanaatine vardım. Marksizm’den de başkalarına, onlara uymayan bir kıyafet giydirmeye çalıştığını düşünerek vazgeçtim.

Liberalizm’in siyasi yönünden bahsettiniz, peki ekonomik yönden liberal sistem hakkındaki görüşleriniz neler?

İnsanın dehasına ve yaratıcılığına en açık sistem piyasa ekonomisidir. Bu sistemde de elbette krizler oluyor. 2008’e kadar kriz anında piyasanın kendini tedavi edeceğine inanıyordum ama yanıldığıma karar verdim.

Devlet müdahalesi olmadan bzı krizler atlatılamıyor. Çünkü insan yaratıcılığı ihtirasla beraber geliyor, bu nedenle de zaman zaman "yoldan çıkış"lar oluyor. Bu yoldan çıkışlara da bazen kamunun müdahalesi gerekiyor. Futbol maçı gibi düşünebilirsiniz, maçın sonucu futbolculara bağlıdır ama mutlaka bir hakem gerekir. Aksi takdirde futbol maçı, maç olmaktan çıkıp, güçlü olanın güçsüzü tamamen ezdiği bir oyuna dönüşür.

Fakat reele baktığımızda görüyoruz ki güçlü olan siyaseti de, medyayı da, parayı da kontrol edebiliyor. Özellikle Türkiye gibi ülkelerde bu büyük bir problem değil mi?

Kesinlikle katılıyorum. Fakat ben serbest piyasa ekonomisini hatasız olduğu için değil, hatası en az olan sistem olduğu için destekliyorum. Çünkü devlet müdahalesinin çok daha fazla gelir dengesizliği yarattığına inanıyorum. Örneğin Çin ve Rusya’daki siyasetçilerin kamu malları üzerindeki etkileri ortada. Liberal sistemde en azından özel mülkün üzerinden güç kavgaları yapılıyor, kamu malları üzerinden değil. Planlı ekonominin, serbest piyasa ekonomisinden daha fazla zarar vereceğine inanıyorum. "Mükemmeli" bulduğunu söylemiyorum, en az hatalı olanı tercih ediyorum.

Peki çok iyi bir eğitimin ardından neden medyaya yönelmeyi tercih ettiniz?

1998’de yaşanan 28 Şubat sürecinde, ben de askere veryansın etmeye başladım. Bu durum o zamanlar Kanal 7’nin dikkatini çekti ve kanala konuk olup konuşmaya başladım.

Sonradan beni kullandıklarını anladım. Ben sövünce onlar, ne yapalım Cüneyt sövdü diyorlar. Ama karşılıklı faydalandık birbirimizden diyebilirim.

Ben de bu sayede televizyona çıkıyor, arada Yeni Şafak’a yazılar yolluyordum.

Aynı yıl bir gün Ertuğrul Özkök aradı ve beni davet etti. O zamanlar Hürriyet Gazetesi 28 Şubat'ı destekleyen bir politika yürütürken, Hürriyet yazarı Yavuz Gökmen, 28 Şubat'a karşı çıkan bir tutum sergiliyordu. Bir süre sonra O da vefat etmişti. Ertuğrul Özkök de cenazede benim bir romanımı görüp sonradan okumuş ve beğenmiş. Bana "Yavuz Gökmen yerine seni adaylardan biri olarak düşünüyoruz, ne dersin" dedi. Kabul ettim tabii. 1.5 ay sonra yine çağırdı. "Ben Aydın Bey’in önünde büyük risk alıp seni seçtim" dedi. Her şey serbest ama Atatürk’e ve Allah’a sövme" dedi.

28 Şubat’ta askere sövmek serbest demekti bu. Bugün hükümeti destekleyen birçok yazar, o zamanlar Hürriyet’te askeri destekliyorlardı. Ben onlara benzemiyorum dediğimde Ertuğrul Özkök de bana "sen onlara benzesen seni niye işe alayım zaten" demişti.

ERDOĞAN BENDEN YARDIM İSTEDİ

-Şu anki iktidarı ilk yıllarında desteklediğinizi biliyoruz. Daha sonradansa çok ciddi muhalif yapan bir isme dönüştünüz. Bu dönüşümün sebebi neydi? AKP hangi beklentilerinizi karşılayamadı.

1998-2002 arasında asker karşıtı yazılar yazdım. Ak Parti’nin ilk iki yılında onların lehine yazılar yazdım. Askerin bana açtığı 7 davada toplam 46 yılla yargılanıyordum. 1999’da Erdoğan Siirt’te okuduğu bir şiir yüzünden mahkum olunca çok ağırıma gitti. Henüz hapse girmeden geçmiş olsun demek için ziyaretine gittim.

Tüm ana akım medya ona sırtını dönmüş vaziyetteydi. Akşam olunca arkadaşlarım "ne halt ettin, kendi sonunu mu hazırlıyorsun" diye tepki göstermişti.

Hapisten çıktıktan sonra Erdoğan beni aradı, buluştuk. Bana “Cüneyt Abi, iyi ki bu 28 Şubat oldu, bizim kafamızla siyaset yapılmazmış onu öğrendim, hatalarımızı anladım. Din üzerinden devlet üretilmez. Ben modern Turgut Özal olmak istiyorum. Ekonomide ve siyasette özgürlüklerden yana olacağım, ülkeyi Avrupa Birliği’ne sokacağım. Dünyaya Müslüman bir ülkenin de dünyanın ileri ülkeleriyle beraber yürüyebileceğini göstereceğim. Bana yardım eder misin?” dedi.

Ben de salakmışım ki inandım. Kitaplar topladım okusun diye, ama okumadı. Öğrenmek için benim anlatmamı bekliyordu. Bir süre o şekilde devam ettik ama 2005 yılında desteğimi çektim. Bunların tamamen laf-ı güzaf olduğunu, beni kullandığını anladım.

2004 yılında eleştirilere başlamıştım, meğer çok alınıyormuş. Zamanında Süleyman Demirel’i, Turgut Özal’ı da eleştirirdik. İçeri girmekten ya da ceza almaktan hiç korkmazdık. Sonra eleştirilerimi artırınca iletişimimiz de koptu zaten.

-Hürriyet’ten atılma süreciniz nasıl oldu?

Ertuğrul Özkök zamanında herhangi bir sorun yaşanmadı. O ayrıldıktan sonra şimdiki CHP milletvekili Enis Berberoğlu, Erdoğan’la anlaşarak Hürriyet’te genel yayın yönetmeni oldu. Ardından bana ciddi sansür uygulanmaya başladı. Çok keskin konuşuyordum. Sonunda yazılarımı haftada bire indirdiler. Sık sık köşe yazılarım kayboluyordu. Yolladığım yazılar için "bize ulaşmadı" deniliyor ve yazı basılmıyordu. Ben de "Hürriyet’te çalışmak mı yoksa Cüneyt Ülsever olarak kalmak mı daha önemli" diye düşündüm. ‘Hürriyet bana sansür uyguluyor’ diye bir yazı yazıp yolladım ancak yazı basılmadı. 4 defa aynı yazıyı yolladım. Sonunda pes edip beni kovdular. Sonra Odatv ve Yurt Gazetesinde devam ettim.

PKK Meşrulaştırıldı başlıklı bir yazınız var 2012’de. Bu yazıda Meclis'teki partileri PKK'ya karşı olumlu tutumları nedeniyle eleştiriyorsunuz. Yazınızda gelecekle ilgili üç tahmininiz var. Üçüncü tahmininiz Türkiye’nin bu duruma daha fazla müsaade etmeyeceği ve durumun yine gerginleşeceği. Şu anda da çok kötü bir terör ortamı görüyoruz. Üstelik sadece Doğu’da değil, artık terör Batı’ya da sıçramış durumda. Siz Barış Sürecini ve ardından gelişen çatışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

PKK’lıların Habur’dan o şekilde girmeleri büyük bir hukuksuzluktu. Benim tezim şuydu. Çözüm Süreci bir palavradır çünkü hukuki temeli hazırlanmadan böyle bir sürece girmek doğru değildir. Benim tahminim şudur: “Ya TSK da kabul ederse Suriye, Irak ve Türkiye Kürtlerinin birleştiği bir özerk bölge kurulacak ve TSK’ya verilecek kontrolü ya da bugünkü kaos büyüyerek devam edecek. “

Eski bir yazımda İran’ın Amerika’yla anlaşacağını ve ambargoların kalkacağını yazmışım. Şu anda da Reza Zarrab’ın tutuklanması buna işaret ediyor. İran’da Ruhani’nin seçilmesinin en önemli sebebi de kavgacılıktan çok uzlaşıyı tercih etmesi. Uzlaşmanın yollarından biri de ortak düşmanları ortaya çıkarmak.

Bu ortak düşmanlar da ambargoyu deldikleri için Amerika’ya karşı, İran’ın paralarını kaçırdıkları için de İran’a karşı suçlu olan Bunlar da Zencani ve Zarrab gibi isimlerdi.

O dönem para karşılığı doğalgaz değişimi yapılamadığı için altın karşılığı yapılmaya başlandı. O altınla Halk Bankasında hesap açıldı. O altın satılarak tekrar paraya çevrildi.

Burada para gayrıresmi hale gelen paralar için yetki verilen isimler de, sistemi bozmaya başlıyorlar.

Dolarla altın alınıyor, altın satılıp dolara dönüşüyordu. Ancak arada paralar kaybolmaya başlıyordu. İşte şimdi bunlar ortaya çıkmaya başladı. Bizdeki 17-25 Aralık operasyonları da bunlarla ilgilidir.

Son dönemdeki PKK’nın ve IŞID’in yaptığı bombalamalar amacına ulaşıyor gibi gözüküyor. İnsanlar sokağa çıkmaya korkar oldu. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda, hükümeti suçlamalı mıyız?

Cumhurbaşkanı çözüm süreci sırasında valilere göz yummaları için talimat verdiklerini söyledi. TSK o süreçte valilere 58 operasyon talebi göndermiş ve sadece 2'si için izin alabilmiş. Adeta üç buçuk sene PKK için maç durdurulmuş, her türlü tedariği, antremanını yapmasına izin verilmiş. Sokaklara kazılmış olan hendeklerin polise görünmeden yapılması mümkün mü? Göz yumuldu.

Cumhurbaşkanı demişti ki; "Belçika teröre göz yumdu, terör onları vurdu." Bunu Türkiye için de söyleyebiliriz. IŞİD davasında herkes serbest bırakıldı ama akademisyenler hapiste. Bir ülke en önemli futbol maçını erteleyebiliyorsa, güvenlik konusunda çok büyük problemler var demektir.

Reza Zarrab’ın tutuklanmasında beni en çok ilgilendiren olay savcının Twitter’daki takipçi sayısının 200 bin artmasıydı. O kadar adalete susamışız ki yabancı bir savcının Twitter’ına bile saldırabiliyoruz.

Boğaziçi Üniversitesinin bir akademisyeni de dahil 4 akademisyen tutuklandı. Bu tutuklamaların sebepleri teröre dayandırılsa da asıl nedenin ‘Akademisyen Bildirisi’ni açıklamaları olduğunu savunan büyük bir kesim de var? Sizin görüşünüz nedir?

Bana göre eğer bir terör olayına karışacağına dair delil varsa devletin bunu açıklaması ve tutukluluk gerekçesini belirtmesi gerekir. Hukuka güven olması için bu şekilde ilerlemek gerekir. Şu an hep söylemsel hep yoruma dayanan suçlamalar görüyoruz. Bu nedenle de güven kaybolmuş durumda.

Bildirgeyi kişisel olarak ben desteklemiyorum, imzalamam. Çünkü içinde PKK’ya karşı hiçbir suçlama yok. Esra Mungan’la sokakta karşılaşsak tartışırım, "saçmalamışsın" derim. Ama buradan bir hukuki suç çıkarmak yanlış. Hukuhta, yorumlayarak, mantık yürüterek suçlama yapılamaz.

Türkiye’de medya özgürlüğü konusunda ciddi eleştiriler malum. Son yıllarda tutuklanan pek çok gazeteci ve yazar oldu. Siz de muhalif bir isim olarak susturulmaya çalışılmışsınız. Medyadaki durum hakkında düşünceleriniz?

Türkiye’de medya hiçbir zaman tamamen özgür olmamıştır ama hiçbir zaman da bu kadar rezil olmamıştır. Kabahatin yarısı siyasetteyse yarısı da medyadadır. Bizimki kadar suskun, korkak medya da dünyanın çok az yerinde vardır. 28 Şubat’ta Çevik Bir’i şakşaklayanların çoğunun bugün Recep Tayyip Erdoğan’ın peşinden gidiyor olması yüz karasıdır. Biz medya olarak sağlam durabilseydik bu şekilde sindiremezlerdi. Ben Hürriyet’ten atıldığımda bana bir telefon dahi etmekten korktular, telefonlarımız dinleniyorsa bize de sıra gelir diye düşündüler.

Siyaset biliminin en güzel iki sözü: Milletler layık oldukları idarelere kavuşurlar. Şimdi biz oturup sonuca bakıyoruz. Bizim onu yaratan sürece bakmamız lazım. Problem Erdoğan’da değil, o sadece süreci kullanan bir adam.

Haziran seçimlerinde sarsıldı AKP, ama Kasım’da yine çok güçlü çıktı. Siz AKP'nin seçim kaybedeceğine inanıyor musunuz?

Evet ama "Cüneyt sen görür müsün" derseniz bilemem. Yani sen beni dövdün dövdün dövdün ben de tatmin olana kadar seni döveceğim durumu var.

Erdoğan alt gelir tarafından, üç tane temel ihtiyacı giderdiğine inanılan bir adam. Konut, sağlık, eğitim ihtiyaçları. Kaliteden bahsetmiyorum. Alt kesimin bu ihtiyaçlara ulaşabilirliğini en fazla artırmış kişidir. Türkiye’de evlenmek, çocukları okutmak, hastalandığında korkmamak her alt ve orta gelirli ailenin ana düşünceleridir. Bu üç konuda da hükümet ulaşılabilirlik umudu yarattı.

Şunu da çok akıllıca işliyorlar. Böyle düşünen gruba, siz bizim adamımızsınız ve onlar gelirse bunları sizden geri alacak düşüncesini iyi aşılıyorlar. Yaratılan bu kutuplaşmayla 28 Şubat mazlumları şimdi zalim oldu, o zamanki zalimler de şimdi mazlum oldu.

Gezi Protestoları hakkında neler düşünmüştünüz? Sizin için bir umut olmuş muydu?

Ben bir sonuç beklediğimden değil ama sizin jenerasyonunuzun biz de varız demesinden dolayı mutluyum. Hatta "beni yanılttınız" diyerek özür dilemiştim. Çünkü apolitik olduğunuz için çok eleştiriyordum. Erdoğan da onlara, onları döverek çok destek oldu.

Yazılarımda hep kullanırım. Özal olsaydı havaalanından hemen Gezi’ye gider, gençlerle oturur, tatlıları dağıtır onları dinlerdi. Sonra, sizden daha kıymetli değil deyip projeden vazgeçiyorum derdi ve iki sene sonra da unutturup oraya yine AVM’yi dikerdi. Gençler de oraya giderdi. Fakat Erdoğan çatıştırarak, dövüştürerek kazanıyor. Siyaseti bu.

DÜNYANIN EN BÜYÜK ZIRVALARINDAN BİRİ

İlk etapta uzun yıllar birlikte hareket eden Fethullah Gülen Cemaati ve Ak Parti arasında ipler koptu ve ciddi bir savaş başladı. Sizin bunu önceden öngören bir yazınız var. Nasıl varmıştınız bu sonuca ve geleceği nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dünyanın en büyük zırvalarından biridir kapışmaları. Mal varlığı artar, bakarsın iki kardeş bile kapışır. Ben de bunu öngörmüştüm. Şu anki durumda, evet, Cemaat'i büyük çapta temizlediler ama pislikle temizlediler. Askeri vesayeti indirip sivil vesayet kurdular. Halbuki benim amacım vesayetin olmaması.

Bir dava açıldığında, bizde kafalar “Savcı kimin adamı?” diye çalışıyor. Aklımız almıyor hakkıyla kimsenin bir yere gelebileceğine. Amerikalı savcıyı bile Cemaat atamış diyebiliyoruz.

Temel ihtiyaçlarımızın üzerine çıkamadığımız için edebiyat, insan hakları, demokrasi, basın özgürlüğü, estetik, şiir bizim gündemimizde değil. Bizim insanımızı ilgilendirmiyor. 14 senedir iktidarda olan ve tüm söylemi Osmanlı üzerine olan bir ideolojinin ürettiği neredeyse hiçbir eser yok. Estetik açıdan hiçbir değeri olmayan bir camii yapılıyor Çamlıca’ya. Sanatta, edebiyatta, estetikte en küçük bir eser dahi yok.

GAZETECİLİĞE ANCAK O ZAMAN DÖNERİM

Seçimden sonra köşe yazarlığını bıraktınız artık söyleyecek bir şeyim kalmadı diyerek. Gerçekten artık söylenecek hiçbir şeyin inandıklarınızı yayabileceğine inanmıyor musunuz? Bu biraz da davadan vazgeçmek gibi değil mi?

Ben söyleyeceğimi söyledim. Söyleyecek yeni bir şeyim yok. Muhalefet yapılması için ben şart değilim bu ülkede. Gençlere yer açalım diyorum. Dağarcığımda ne varsa 20 yıldır döküyorum ortaya.

Bana mağlubiyeti kabul etme diye çok yazı geldi. Ben kimsenin adına konuşmuyorum, illa yazmaya devam edeceğim lafında büyük ukalalık var. Sanki muhalefeti ben taşıyormuşum gibi.

Millet ben bunu istiyorum diyordu. Ben kimim ki millete sen kimsin bunu istiyorsun diyeceğim. Milli İrade’ye saygı duymuyorum dedim çünkü saygı duymak mecburiyetim yok sadece kabul etmek durumundayım. Şu anki durumda sadece ortalaması 40 yaşın altında olan genç bir parti kurulursa destek olmak için gazeteciliğe dönerim.

Odatv.com

Erdoğan benden yardım istedi ama beni kullandığını anladım - Resim : 1

Tayyip Erdoğan cüneyt ülsever arşiv