Müyesser Yıldız yazdı; Gül ve Arınç Barzani'nin adamları mıydı

13 yıl sonra Gül ve Arınç bir anlamda “ihanetle” suçlanıyor, ama Barzani ve Talabani “kardeş” muamelesi görüyor...

Erdoğan'ın Latin Amerika gezisi dönüşünde yaptığı açıklamalardan sonra Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar'ın tatbikat kıyafetiyle Suudi Arabistan'a gidişi ve yüzündeki sıkıntılı ifadenin sebebi anlaşıldı, değil mi?

Başkomutan'ın, “Ordular ilk hedefiniz Suriye'dir” talimatına ramak kalmışa benziyor.

Suriye planlarına dair iddiaları ayrıca yazacağım. Şimdilik Erdoğan'ın ABD başta olmak üzere “müttefik” ülkelere yönelik sözleri, özellikle de 1 Mart tezkeresine dair “eleştirileri” üzerinde durmak istiyorum.

IRAK FİLMİNİN TEKRARI GİBİ

Erdoğan diyor ki;

“PKK terör örgütünün hücrelerinden çıkan silahlarda Rus, ABD, batının silahları var mı, var. Nereden geliyor bu silahlar? PYD’nin durumu ortada. ‘Yapmayın, bunlara göndereceğiniz silahların bir kısmı da DAİŞ’e gidecek’ diye uyardık. Şimdi en modern silahlar DAİŞ’in elinde. Biz stratejik müttefikiz, biz bu silahların bazılarını almakta zorlanıyoruz. Dost dediklerimiz gereğini yapmıyor. Biz de kendilerine açık açık söyleyeceğiz.”

Bunların tamamı, Irak'ın işgâli öncesi ve sonrasında PKK için de söylendi, ABD'lilerin önüne silahların seri numaraları dahi kondu. Sonuç, ortada. ABD bildiğini okudu, okumaya devam ediyor.

Erdoğan diyor ki;

“PYD, YPG terör örgütüdür. PKK ne ise PYD odur. Bunu bütün uluslararası örgütlere taşıyacağız. Taşımadığımız her an bizim için kayıptır. Terör örgütü olarak ilân edilmesi için adımlar atılmazsa, geç kalırız. Ve bakın, Biden yanında bir yardımcısı ile geldi. Obama’nın yanında da adı geçen bir ulusal güvenlik temsilcisi. Cenevre temsilcilerinin olduğu dönemde PYD gelemiyor, o kalkıyor Kobani’ye gidiyor. Kobani’de sözde bir generalden plaket alıyor. Biz nasıl güveneceğiz? Ben miyim senin ortağın, yoksa Kobani’deki teröristler mi?”

Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin “ben” yapılması ve bir terör örgütüyle aynı kefeye konulup, “müttefiklere” çağrıda bulunulmasındaki garabeti geçelim; ABD'si, İngilizi dahil o müttefiklerin tamamı Türkiye'nin güney sınırına yerleşmeden önce ve sonra ısrarla PYD'yi “kara gücü olarak gördüklerini” söylemedi mi?

Erdoğan'ın, ABD Başkanı Obama'nın IŞİD ile Mücadele Özel Temsilcisi Brett McGurk'ün Kobani'ye gidip, “sözde bir generalden” plaket almasına gösterdiği tepkiye gelince... Haklı da, daha düne kadar McGurk'un bir ayağı Ankara'da değil miydi, Suriye politikalarını birlikte belirlemediler mi?

Bu hâl de Irak'ın işgâli süreciyle öylesine örtüşüyor ki!.. Erdoğan-Gül ikilisi ABD'yle pazarlıklarda, “Kürt devleti olmayacak” sözü alıp, Barzani'yi muhatap saymadıklarını açıklarken;

Haziran 2003'te ABD ve İngiltere “Kürdistan parlamentosuna”, hem “general”, hem “selâm” gönderiyordu. Erbil'deki parlamentoda Talabani ve Barzani ile omuz omuza oturan generaller, ABD'li Albert Petrus ve Bros Mor ile İngiliz Tommy Crus'du. Crus, “Başbakan Tony Blair'den Kürdistan Parlamentosu'na selâm getirdiğini” belirtip, “Irak'ın özgürleşmesinde sizler de büyük katkı sundunuz. Bundan sonra da birlikte elele vererek çok işler yapacağız” diyordu.

Ağustos 2003'te ise o vakitler Irak'taki 101'inci Hava İndirme Tümen Komutanı olan Korgeneral Davit Petraeus da Barzani'nin partisi KDP'nin kuruluş yıldönümü törenlerine katılıp, “Barzani benim kişisel kahramanım. Bugün Kürt halkına ve IKDP'ye söz verebilirim. Sizi hiç yalnız bırakmayacağız” diye konuşuyor, sözlerini Kürtçe teşekkür anlamına gelen “zor spas”la bitiriyordu.

Sonuç; “Kürdistan kurulması bizim kırmızı çizgimizdir” sözünden, Barzani'yle önce “KAK”, sonra “müttefik” olma noktasına gelindi... Bugün artık “Barzanistan”ın bağımsızlığını konuşuyoruz...

2003 : REDDİN SEBEBİ TÜRK ULUSU’NUN BARIŞSEVERLİĞİ

Suriye'de bir fiili durum oluşturulur mu? Olursa Türkiye ne yapabilir?” sorusu üzerine Erdoğan'ın, ABD'nin Türkiye üzerinden Irak'ı işgâlini öngören 1 Mart tezkeresi hakkında yaptığı açıklamalar önemli.

Diyor ki;

“Yakın mesai arkadaşlarıma da söyledim. Döner dönmez, dar kapsamlı bir güvenlik toplantısı yapılmalı. Hassas konularımızı orada değerlendireceğiz. Irak’ta düşülen hataya Suriye’de düşmek istemiyordum. Ben 1 Mart tezkeresinin yanındaydım, karşı olanlar bunu söylemediler. Birileri de gizli kulisler attılar. O insanların kimler olduğunu sizler araştırır, bulursunuz. 1 Mart tezkeresinde Türkiye Irak’ta olsaydı Irak’ın durum böyle olmazdı. Çıkacak netice Türkiye’yi masaya getirecekti. O zaman Bush, benle yaptığı görüşmelerde bir ricada bulundu. Ama maalesef biz kendi arkadaşlarımızın yanlışıyla baş başa kaldık. Sonra Başbakan oldum, tekrar ricada bulundu ve tezkere geçti. O zaman da Kuzey Irak’taki Kürt kardeşlerimiz oraya girmemizi istemediler. Biz de dedik ki, istenmediğimiz yere girmeyiz. Ufku görmek çok önemli. Şimdi Suriye’de de, bu iş ancak bir yere kadar böyle gider. Hassasiyetlerimizi Türkiye olarak korumak zorundayız. Bu hava sahası, aynı zamanda NATO hava sahasıdır. Onlar da gerekli adımları atmak durumundadır. Bunlar aynı zamanda herkes için bir test niteliği taşıyor.”

Erdoğan Meclis'te 1 Mart tezkeresinin kabul edilmemesinden açıkça dönemin Başbakanı Abdullah Gül ile TBMM Başkanı Bülent Arınç'ı sorumlu tutuyor. Doğru, ama epey eksik.

Evet Arınç açıkça karşı çıkarken, kamuoyu önünde tezkereyi destekler görünen Gül, kapalı kapılar ardında ise AKP milletvekillerinden red oyu vermelerini istedi.

Ama Gül, “Irak'a yapılacak bir müdahaleye kendisinin sıcak bakmadığı” sorulduğunda şunu da söyledi:

“Sadece AKP Grubu değil, Türkiye’de hiç kimse böyle bir müdahaleye sıcak bakmıyor. Meclis açısından bakarsanız CHP de karşı. Bizim arkadaşlar da savaşa karşı.”

“Peki ya savaş kaçınılmaz olursa?” sorusuna ise şu karşılığı verdi:

“Türkiye bir krallık veya emirlik değil. Kamuoyunun görüşleri önemli. Bu nabzı tutmaya da çalışıyoruz. Ama sonuçta her şey Meclis’in yetkisindedir. Meclis kararını verir. Biz de uygularız… Bu konuda biz grubumuzu zorlayamayız. Hükümet olarak diyorum tabii. Burada kuvvetler ayrılığı prensibinin işlemesi lazım. Hükümet dedi, Meclis el kaldırdı olmaz. Aynen ABD Kongresi gibi. Başkan evet diyor, hatta söz veriyor, ama kongre hayır diyebiliyor. Tek parti iktidarı demek, milletvekilleri el kaldırıp indiren robotlar demek değil… Hükümet ile AKP Meclis Grubu çelişebilir. Ama biz ülke menfaatine uygun bir karar alacağız. Ülke menfaatine uygun kararı, Meclis de destekler diye düşünüyorum.”

Gül tezkere konusunda dönemin CHP Lideri Baykal'ı ziyaretinde de, “Bizim AKP’nin muhafazakar seçmen tabanı Irak’a yönelik bu savaşa tepkili. Yani asıl savaş karşıtlığı bizim tabanımızda. Ama buna rağmen biz mecbur kalıyoruz” demiş, Baykal da bu görüşmenin sonucunu, “Başbakan baskılara dayanamayıp, savaşa teslim olmuş, CHP'yi de buna ortak etmek istiyor” diye yorumlamıştı.

Peki dönemin AKP Genel Başkanı olan Erdoğan'ın o günlerdeki sözleri neydi?

Kamuoyu önünde, “Hiçbir AKP’linin savaşa razı olmayacağını, sorunun barışçı yollardan çözümünden yana olduklarını, BM Güvenlik Konseyi kararı olmadan Türkiye’nin kararını netleştirmeyeceğini” söylerken, tezkereye “hayır” oyu vermesinden kuşkulandığı milletvekillerini Partisinin grup toplantısında, “Gittiğimiz her yerde millet aş, iş istiyor. Amerika’nın vaat ettiği 24.5 milyar dolarlık yardıma ihtiyacımız var. Yarın memur maaşlarını ödeyemez duruma düşersek, bunun hesabını kim verecek?” diye uyarıyordu.

Yine o günlerde kamuoyuna, “Irak tezkeresi konusunda devletin zirvesinde tereddüt bulunmadığını, Irak konusunun, Türkiye açısından hiçbir artı değerinin olmayacağını” anlatıyordu.

Tezkerenin kabul edilmemesinin ardından da şu açıklamayı yapıyordu:

“Hükümet tezkeresi, Türk Meclisi’nde anayasal çoğunluk sağlanamadığı için kabul edilmemiştir. Oylamanın bu şekilde tecelli etmiş olmasının sebepleri, kamuoyumuzda demokratik ortamda geniş şekilde tartışılmıştır. Türk Ulusu’nun barışseverliği ve muhtemel bir savaştan uğrayabileceğimiz kayıplar milletvekillerimizin ortak düşüncesi ve endişesi olmuştur.”

GÜL-ARINÇ “HAİN”, BARZANİ “KARDEŞ” Mİ?

Erdoğan, Gül ve Arınç başta olmak üzere tezkereye karşı çıkan AKP'liler için, “Birileri... O insanlar...” ifadelerini kullanırken, kendisi Başbakan olduktan sonra çıkartılan ikinci tezkereyle ilgili, “O zaman da Kuzey Irak’taki Kürt kardeşlerimiz oraya girmemizi istemediler. Biz de dedik ki, istenmediğimiz yere girmeyiz” diyor ya; Barzani ve Talabani'nin o dönemki tavrını da hatırlatmamız gerekiyor.

1 Mart tezkeresinin oylamasından 1 hafta önce Barzani, “Türk askeri K. Irak'a giremeyecek, çünkü Meclis'te 70 adamım var” demedi mi? Sonra da, “Türkiye'nin K. Irak'a girmesi durumunda, bölgeyi Türk askerine mezar edeceğiz” tehdidi savurmadı mı?

Tezkerenin TBMM'de görüşüleceği gün Selahaddin Kenti'nde toplanan Iraklı muhalif gruplar ortak bir bildiri yayınlayıp, “Türk Ordusu'nun bölgeye girmesine karşı olduklarını” duyurmadı mı ve o bildirinin altında Barzani ile Talabani'nin de imzası yok muydu?

13 yıl sonra Gül ve Arınç bir anlamda “ihanetle” suçlanıyor, ama Barzani ve Talabani “kardeş” muamelesi görüyor. Dava arkadaşlarının “yol ayrımında” oldukça önemli bir kavşağa daha gelindiğinin göstergesi olsa bile yine de çok tuhaf değil mi?

1 Mart tezkeresiyle ilgili “eleştiri ve itiraflar” başladığına göre, keşke Süleymaniye'de askerimizin başına o çuvalı kimlerin, niye geçirttiğini de açıklasalar!..

Müyesser Yıldız

Odatv.com

Müyesser Yıldız yazdı; Gül ve Arınç Barzani'nin adamları mıydı - Resim : 1

Erdoğan ABD Müyesser Yıldız gül arınç arşiv