Görüş: Ordu ve CHP köklerine dönmeli

Batılı demokrasilerde halkçı, yani sosyalist demek, İskandinav ülkeleri başta olmak üzere İngiltere, Almanya, tüm Avrupa, Kanada, Avustralya ve Yeni...

Görüş: Ordu ve CHP köklerine dönmeli

Batılı demokrasilerde halkçı, yani sosyalist demek, İskandinav ülkeleri başta olmak üzere İngiltere, Almanya, tüm Avrupa, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda’da devletin bütün imkanlarının halkın geneline rahatça ulaştırılması ve sabit bir işi olmayanın bile asgari konut, yeme içme, eğitim, sağlık, çocuk ve ulaşım masraflarını bir hak olarak görmesi demektir. Sebebi ise sanıldığı gibi toplumda bolluk veya “tembellik” yaratmak değildir; asıl amaçlanan, bireyin ihtiyacı olan asgari giderleri garanti ederek muhtaç ve boynu bükük olarak toplumun dışına itilmesini önlemektir. Avrupa’da en “sağcı” ülke bile öncelikle halkçıdır. Bu ekonomik yapının başarıları ve eksiklikleri uzunca tartışılabilir mutlaka, fakat Türkiye’ye baktığımızda bu konuda bir anlam kargaşası yaşandığı görülmektedir.

Türkiye’de “halkçı” denilince akla son model arabaya binmeyen, takım elbisesini indirimden alan, taktığı saati de öğrencilik yıllarından hatıra kalan bir şahsiyet akla geliyor. Damat adayı seçerken bile ev, arsa, maaş sorgulayan seçmen düşünüyor, “bu adam iyi efendi de, koca memleketi bu şekilde idare edebilir mi acaba?”

Bir de gelenek var tabii. Kırk yıldır sağ partiye oy veren adam şimdi sola mı verecek? Avrupa’da yaşayan Türk “dindar” veya “milliyetçi dindar” nasıl oluyor da tercihini değiştiriyor? Her fırsatta sadece Türkiye’yi değil, özellikle iktidarda olan Adalet ve Kalkınma Partisi’ni (AKP) öven, sosyal medyada bu yönde paylaşımlar yapan, başka partilere oy verenlere ise söven bu vatandaşlar örneğin neden Almanya’da yaşıyor? Batılı ülkelerde yaşayan “muhafazakar” vatandaş böyle düşündüğü halde niçin Türkiye’ye dönmeyi düşünmüyor? Almanya’da yaşayanların çoğu neden SPD (Sozial demokratische Partei Deutschlands), yani sosyal demokrat partiye oy veriyor? Bir kişilik bölünmesiyle neden başka bir ülkede yaşarken “solcu” olunuyor ve devletin onlara kanunlar karşısında “eşit” davranılması talep ediliyor da, aynı kişiler, Türkiye’de zamlara karşı yürüyüş yapan grupları bile “bunların niyeti başka” diyerek yerden yere vuruyor? Konu terör mu? Hani terörü yine Batı körüklüyordu?

LİDERİN "İŞ BİTİRİCİ" OLMASI GEREKİR

Bizim kültürümüzde bir liderin gerçek anlamda “halkçı” sayılması için hemşerisinin yanında olması ve yeri geldiğinde bir de ona yardıma koşması gerekmektedir. Elektrik faturası yüksek geldiğinde, mahalleden geçen yol bozulduğunda, yeni mezun çocuk iş aradığında, hastanede yeterince ilgi görülmediğinde veya arabanın ruhsatı bir türlü çıkmadığında “doğru adamın” bu işleri hemen halledebilmesi demektir. Kısacası “iş bitirici” olması gerekmektedir. Yerel düzeyde kendi çıkardığı adayların koltuğa geçmesini isteyen bir muhalefet partisi, var olan sistemi eleştirirken “biz gelirsek bakın her şey nasıl güzel olacak” yerine, “bizi belediye nezdinde bile seçseniz her derdinizin peşinden koşarız; hele iktidar olmayı bize laik görürseniz, dahası da var” yaklaşımını benimsemelidir. İdeoloji üzerinden siyaset yapmak oy potansiyelini kısa süreliğine etkileyebilse de, geniş kitleleri harekete geçirmek, seçmenin günlük yaşamına dokunabilmekten, yani halkçılıktan geçer. Ne yazıktır ki ülkede halkçılık “eski moda” olarak kenara itilmiş ve yerine haşin bakışlarla komşusundan bile şüphe eden gergin, her şeyi sadece “ya benimsin ya toprağın” şeklinde yorumlayan ve ailesine bile hiç bir katkısı olmayan “delikanlılar” yer edinmiş. Bunun sadece bir “dış oyun” öldüğünü düşünenler büyük bir yanılgı içerisindedir, zira bunların oluşmasında uluslararası dinamikler kadar “vatansever” liderlerin de rolü olmuştur.

Şu çok açık ve net olarak bilinmelidir ki bugünkü haliyle Türkiye’de hakim olan milliyetçilik, Atatürk’ün devlet ve halk anlayışına aykırı olup, daha çok Amerikan dış politika milliyetçiliği uzantısı niteliğindedir. Zira baz alınan fikirler hem Müslüman hem kapitalist olup, Başbakan Adnan Menderes’in politikalarıyla memlekete sunduğu “liberal” ekonomi ile şekil kazanmıştır. Geleneksel olarak devletçi CHP’ye olan karşıtlığını “reformlar” halinde günün ABD-SSCB çekişmesinde anti-komünist paradigmaya oturtan zamanın hükümeti, Türk askerini 1950’de canı gönülden Kore Savaşı’na göndermiş, 700 üzerinde şehit vermiş ve karşılığında 1952’de Yunanistan ile birlikte ülkeyi NATO için siper etmiştir. Bugün daha açık görülüyor ki, Türkiye on yıllardır kendini teröre karşı ne kadar savunsa da başarılı olamamasının sebebi, işlevsel olarak ordunun da geleneksel halkçı “Mehmetçik” geleneğinden uzaklaşmış olmasındandır. Ordu, 1980 darbesiyle “sol” olarak addedilen sendika, üniversite, bilim, edebiyat, sanat dahil her türlü düşünsel gelişmeyi tereddütsüzce ezmekle kendi kuyusunu kazmış ve bugün kendi başı ağrıdığında yanında onu savunacak cesarette kitleyi çoktan kaybettiğini anlamıştır. Yasaları şekillendirenler öyle fikir çelişkileri ortaya koymuş ki, kapitalizmin merkezi Amerika’da bile yasak olmayan kitaplar, dergiler ve konuşmalar ülkede insanların yıllarca hapis yatmasına ve ailelerin yıkılmasına sebep olmuş, sonra yeri geldiğinde bu hamleler yine Batılı yetkililer tarafından “demokrasiye yakışmıyor” diye kınanır hale gelmiştir. İşin garibi, İkinci Dünya Savaşı sonrası Marshall yardımlarıyla Türkiye’de anti-sol yapılanmaların yatırımcılığını yapan Amerika, aynı dönem Almanya’ya Türkiye’ye verdiğinin ön katı fon aktararak yenilgiye düşmüş Berlin’in Varşova Paktı’na kaymasını engellemiş ve “Batılı sosyalist” olmasına destek vermiştir.

En sonunda 1989’da on madde halinde dünyaya empoze edilen Washington Konsensüsü paralelinde devletin kurumlarının firmalaşması ve ithalatın önündeki engellerin kaldırılması, Türkiye’nin birinci dünya savaşında edindiği ulus devlet yapısının son taşlarını kaybetmesinin yolunu açmıştır. Kişi “özgürleştikçe”, onu koruyan ve güvende hissettiren kurumlar birer birer sarsılmış, özelleştirmeler ise vatandaşa kendini “özel” borçlar şeklinde göstermiştir. En son 2001’de ekonomi yine çöktüğünde, sistem sorgulanacağına, “daha nasıl tavizler veririz de cebimiz para görür” düşüncesiyle politikalar geliştirilmiştir.

BU DÖNÜŞÜM CHP ÖNDERLİĞİNDE GERÇEKLEŞEBİLİR

Yaşanan kargaşa ve çatışmaların içerisinde bugün ideolojik çelişkiler açıkça masaya yatırılmaktadır. Bu tarihsel gerçekler ışığında bakıldığında, CHP’nin modern Türkiye kimliğinin oluşmasında oynadığı rol, sadece partisel veya milli olarak görülmemelidir. Tüm Orta Doğu’nun, geleceğini tekrar inşa edebilmesi için mutlaka Türkiye’nin halkçı ve demokratik önderliğine, cumhuriyet anlayışıyla tuttuğu entelektüel ışığa ihtiyacı vardır. Çevre coğrafyada insanların geleceğe umutla bakabilmeleri için Türkiye’nin içinden ve bölge ülkelerden her politik görüşe ait insana kucak açması gerekmektedir. Bunun, daha bir kaç yıl önce AKP liderliğinde olabileceği konuşulurdu, fakat bugün bu dönüşümün sadece CHP önderliğinde gerçekleşebileceği açıktır.

Şahap Gizlen

(Ekonomik Politika ve Yönetim Uzmanı - New York)

Odatv.com

Ordu CHP arşiv