Türkiye'nin yaptığı yığınak hatası ne

Barış Doster yazdı...

Türkiye'nin yaptığı yığınak hatası ne

Türkiye günlerdir Suriye’ye yönelik bir güvenlik harekâtını tartışıyor.

Ama acı gerçek şu ki, Irak’ın kuzeyinden sonra Suriye’nin kuzeyinde de kırmızı çizgisi kalmamıştır. Bu iki sınırda, komşu ülkelerin merkezi güçleriyle değil, ayrılıkçı, ABD güdümlü İslamcı veya Kürtçü örgütlerle sınır komşusudur. Türkiye’nin Irak’ın kuzeyine askeri müdahalede bulunmasına karşı çıkan ABD’nin, Barzani ve terör örgütü PKK’ya verdiği destek biliniyor. Suriye’de ise PKK’nın uzantısı olan PYD’yi, adeta ABD’nin kara gücü olarak kullanıyor, bizzat Washington’un zemin yarattığı, önünü açtığı IŞİD’e karşı. IŞİD vahşetini bahane edip, gerekçe göstererek, bölgeye yeniden müdahale etmenin yolunu yapıyor. Önce Irak’ın kuzeyinde kurulacak, sonra Suriye, Türkiye ve İran’ın parçalanmasıyla büyüyerek Akdeniz’e uzanacak Kürdistan’ın, İsrail’in güvenliği için yaşamsal olduğunu bilen ABD’yle birlikte İsrail de, Kürdistan projesini destekliyor. Barzani bağımsızlık ilan ederse, hemen tanıyacağını açıklıyor.

ABD ÜLKEMİZİ SIKIŞTIRIYOR

ABD, sadece güneyden değil, kuzeyden ve doğudan da sıkıştırıyor ülkemizi. Bir yandan Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni (1936) delmek istiyor, bir yandan sözde soykırım iddialarına destek veriyor. BM Genel Kurulu’nda 1948’de kabul edilip, 1951’de yürürlüğe giren Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin geriye dönük olarak 1915 tehcirine uygulanamayacağını biliyor. Ama sorunun uluslararası hale gelmesini istiyor. Meselenin Uluslararası Adalet Divanı’na götürülmesini öneriyor. Soykırım iddialarına hukuksal dayanak sağlayacak, tarihçiler, hukukçular nezdinde, zımnen suçun işlendiği şeklinde izlenim bırakacak bir noktaya gelmesine çabalıyor. Türkiye’nin Ermenistan sınırını açmasını, uyguladığı ambargoyu kaldırmasını talep ediyor. Bu yolla hem Ermenistan’ı rahatlatmak, hem de bu ülke üzerinde Rusya ile girdiği rekabette öne geçmek niyetinde. Zira Ermenistan, Kafkasya’daki konumuyla, ABD açısından Avrasya’da etkin olması için şart. Ermenistan ve Gürcistan üzerindeki ABD hesapları, emperyalizmin günümüzdeki Kafkas Seddi projesi olarak beliriyor. 2000’li yılların başında Gürcistan, Ukrayna ve Kırgızistan’daki turuncu devrimler de bunun için yapılmıştı. Günümüzde Ukrayna’da yaşananlar da bu kapsamda.

ABD’NİN AÇMAZI

Ancak ABD’nin açmazları var. Soğuk Savaş döneminde yaşamıyoruz. Washington’un Yeşil Kuşak örecek gücü, araçları yok. Artık süper güç değil, zayıflamakta olan bir küresel güç. Tek küresel güç de değil. Bunu kendisi de biliyor. Ünlü strateji uzmanı Brzezinski, o yüzden ABD’nin Çin’e karşı öncelikle yapması gerekenleri, AB’nin toparlanmasına yardımcı olmak, Rusya ve Türkiye’yi yanına çekip, daha geniş ve güçlü bir Batı kurmak şeklinde sıralıyor. Ama ABD; 1955’te Türkiye, İran, Irak, Pakistan ve İngiltere’ye Bağdat Paktı’nı (Irak 1959’da çekilince, adı CENTO oldu) kurdurtan, pakt üzerinden Ortadoğu ülkelerini SSCB’ye karşı konumlandıran, petrol bölgelerini tek başına denetleyen günlerinden uzak. Evet, o günkü Adnan Menderes gibi, bugün de ülkemizde ABD çıkarları için Suriye’ye, Irak’a düşmanlık eden, bu ülkelere askeri müdahale planlayan, bu ülkeleri bölmek isteyen politikacılar var. Bağdat Paktı’na girmedikleri için Mısır, Lübnan ve Ürdün’e kızan Menderes gibi, bugün de ABD emperyalizminin projelerine karşı çıkan ülkelere kızan siyasetçiler var. Ama kuvvet dengesi, nesnel koşullar farklı.

BAĞDAT TÜRK ŞİRKETLERİNİ KIRMIZI LİSTEYE ALIYOR

Türkiye, kendi aleyhindeki projelerde görev almayı kabul etse bile, devlet kapasitesi, ulusal güç unsurları, yükümlendiği projeleri hayata geçirme kabiliyeti sınırlı. Kırılgan, dışa bağımlı ekonomik yapısı, komşularıyla son yıllarda gerginleşen ilişkileri, bölgesindeki yalnızlığı, Türkiye’nin iddialı bir bölgesel güç olmasını engelliyor. Türkiye, Barzani ile ilişkilerini geliştirirken, Bağdat’ı devre dışı bırakıp, Erbil’le doğrudan petrol anlaşmaları imzalarken, Kuzey Irak’a yaptığı yatırımlarla ekonomik olarak da Barzani’nin elini güçlendiriyor. Bunu yapınca da, Bağdat hükümetiyle ilişkilerinde gerginlik yaşıyor. Bağdat, Türk şirketlerini kırmızı listeye alıyor, ihalelerden dışlıyor.

Sonuç şu ki, Suriye ve Irak politikamız, sadece ters tepmekle kalmadı. Tarihsel olarak dengeli bir rekabet içinde olduğumuz İran’ın, bu ülkeler üzerinde varolan etkisini daha da artırdı. İran, Batı ile ilişkilerini yumuşatarak konumunu pekiştirirken, Türkiye sadece politik ve diplomatik olarak değil, ekonomik olarak da hırpalandı, Suriye, Irak, Libya ve Mısır’da izlediği siyaset nedeniyle. Sonuçta ABD bile, istemeyerek de olsa, Irak’ın toprak bütünlüğünden yana olduğunu söyledi. “Bağdat’ın onayı olmadan Irak’ın herhangi bir kesiminden petrol ihracatını desteklemiyoruz” dedi. Türkiye’nin siyaseti, Irak’ta Türkmenlerin de kaybetmesine, zayıf düşmesine yol açtı.

İSRAİL'LE İLİŞKİ GAYRI RESMİ VEYA GİZLİ YÜRÜTÜLDÜ

ABD, kendi nesnel durumunu görüyor. O yüzden Türkiye ABD’ye ne zaman “önümüze düş, peşinden gelelim, Suriye’ye önce sen gir, ben seni izlerim” dese, nasihat alıyor. ABD Suriye’ye yönelik bir kara harekâtına hiç istekli olmadı. Suriye’de muhalifleri desteklemek, silahlandırmak, Esad üzerinde diplomatik, ekonomik, politik baskı uygulamak, Türkiye, Suudi Arabistan, Katar gibi müttefiklerini seferber etmek dışında adım atmadı. Bunları yaparken, Barzani’nin İsrail’le hızla yakınlaşmasına yardım etti. Barzani, İsrail’in Kuzey Irak’taki tarım projelerine yatırım yapmasını isteyip, bu amaçla içinde 2 bakanı da olan bir heyeti Tel Aviv’e yollarken, İsrail de Kuzey Irak’ta önemli miktarda toprak aldı. Barzani, İsrail’le doğrudan ilişki kuramadığından temaslar gayri resmi veya gizli olarak yürütüldü. Bilindiği gibi İsrail, Musul-Hayfa veya Kerkük-Hayfa boru hattının açılmasını çok önemser (Kerkük-Hayfa boru hattı 1935’de tamamlanmış, 1948’de İsrail’in kurulmasından sonra kapatılmıştır).

TÜRKİYE’NİN YAPTIĞI YIĞINAK HATASI

Suriye’nin direnişi, İran, Rusya ve Çin’in bölgede artan ağırlığıyla da orantılı olarak sürüyor. İran’ın İsrail karşıtı tutumu, ABD’ye karşı duruşu ve sonuçta Batı’nın İran ile nükleer faaliyetleri konusunda uzlaşmaya yönelmesi, Tahran’ın Arap rejimleri nezdinde değil, ama o rejimlerin ezdiği Arap halkları nezdinde konumunu güçlendiriyor. İslam dünyasında, Ortadoğu’da Tahran’ın etkisi artıyor. İran, Avrasya cephesinin önemli bir aktörü olarak öne çıkarken, Türkiye Atlantik Paktı’nın, Batının uzantısı olarak görülüyor. ABD, önceliğini Ortadoğu’dan Asya Pasifik’e kaydırırken, Türkiye’nin bölgede Mısır’da İhvan, Irak’ta Barzani, Suudi Arabistan ve Katar’dan başka müttefiki kalmıyor. Son ikisiyle de İhvan’a verilen destek konusunda ters düşüyor üstelik. ABD de, AB de, Suriye’de bir çözüm olacaksa, mutlaka Rusya ve İran’ın onayı alınması gerektiğini vurgularken, Türkiye çözüm masasından dışlanıyor. Yalnızlaşıyor, güç kaybediyor.

Dış politikada bunlar olurken, iç politikada da, Batının Türkiye üzerindeki denetimi had safhaya varıyor. Terör örgütü PKK’dan vazgeçmeyen, onu hem Türkiye’ye, hem Suriye’ye, hem de İran’a karşı koz olarak elinin altında tutan ABD, gerektiğinde PKK’yı Barzani’yi geriletmek, dengelemek için de kullanıyor Irak’ta ve Suriye’de. ABD, IŞİD’e karşı savaşan Kürt örgütlerinin, aralarındaki anlaşmazlıkları çözüp uzlaşmalarını isterken, Kürt devletini kurmadan önce, Kürt örgütlerini barıştırıp, bu örgütlerin silahlı güçlerinden oluşan bir Kürt ordusu kuruyor. Suriye ve Irak’ta IŞİD’e karşı savaştırarak da bu silahlı yapıların gücünü, etkisini, yeteneğini sınıyor. Bu yolla, arkalarında Batılı kamuoyu oluşmasını da sağlıyor. Silah desteğiyle ve emperyalizmin uydusu olarak yapılan siyaset bölgede kazanırken, Türkiye ise demokratik yoldan bölünmeyi tartışıyor maalesef. Genel seçimlerde oluşan harita da bunu gösteriyor.

Kıssadan hisse: Stratejide kuraldır. Yığınakta yapılan hata, cephede telafi edilemez. Stratejik hedef yanlış ise taktik adımların doğruluğu işe yaramaz. Kaldı ki bizim stratejik hedefimiz de, taktik adımlarımız da yanlış.

Barış Doster

Odatv.com

barış doster yığınak Suriye arşiv